6 Aralık 2012 Perşembe

Defnedilen gerçekten Abdullah Çatlı mıydı, Oyle de OlsaBu millet bagrinda yetisen aslan evlatlarini unutmaz, kaybetmez, toprak olup bagrina basar.

“Defnedilen gerçekten Abdullah Çatlı mıydı?”

Abdullah Çatlı, kimilerine göre gladyonun tetikçisi, kimilerine göre devlet için çalışan vatansever bir Ülkücü... 
Kime gore, ne oldugunun bir onemi yok, Yasiyor olmasindan rahatsizlik duyacak olanlar belli; vatan hainleri ve onlarin isbirlikcileri. Umariz ki yasiyordur; Korku ve rahatsizlik vermeye devam eder.Unutulmamalidir ki, Bu millet bagrinda yetisen aslan evlatlarini unutmaz, kaybetmez, toprak olup bagrina basar... 

Samil Tayyar in kardesi Zeki Catliy'la olan o roportaji bir kez daha hatirlayalim. Merak ettigimiz bazi sorulara cevap bulalim...


Farklı tanımlamalar olsa da tüm görüşlerin ortak noktası, Çatlı’nın “derin devlet” ilişkisidir. Bu konuda hiç kimsenin şüphesi yoktur.

Ölümünün üzerinden 16 yıl geçti. Kamuoyu onu birkaç kare fotoğraftan tanıyor. O nedenle, Ankara büromuzun başarılı polis muhabiri Zafer Kütük’ün ele geçirdiği Çatlı’nın kayıp yıllarına ışık tutan albümü önemlidir. Albüm, Çatlı’nın hiç de gizlenmediğini, rahat bir hayat sürdüğünü ortaya koyuyor.

Kardeşi Zeki Çatlı
, dün büromuzdaydı, albümü Star’a değerlendirdi. Bazı fotoğraf karelerinin ailede bile olmadığını söyleyip ekledi: “Devletimiz iyi çalışmış.” Söylerken bile gülüyordu Zeki Bey: “Bu fotoğraf çok normal, öyle çok gizli bir hayatı yoktu.”

Peki ne oldu da devletimizin bu kadar koruyup kolladığı ve dokunulmaz kıldığı Abdullah Çatlı, bir anda ortadan kaldırıldı? Ya da basit bir kazaya kurban mı gitti? 


Albümle başlayıp bu soruyla devam edince sohbet farklı bir boyut kazandı.
Zeki Çatlı dedi ki: “Susurluk’un bir kaza olduğuna inanmıyorum.”
Başka bir soru:
“Defnedilen gerçekten Abdullah Çatlı mıydı?”

Kardeşi, ilginç bir anekdotla karşılık verdi:
“Fransa’da çok sıkışmıştı, bizi aradı. ‘Yarın burada bir tren kazası haberi duyar ve ölmüş birinin üzerinde kimliğim çıkarsa inanmayın ama rolünüzü iyi oynayın.”

Hemen araya girdim: “Yoksa şimdi rolünüzü mü oynuyorsunuz?”


Zeki Çatlı:
“Cenazesini ben yıkadım. Kaşlarının üzerinde çok derin bir çökük vardı. Teşhis ettik. Ama buna inanmayan ve yaşadığını düşünen çok kimse var.”

Bu diyalog, ister istemez bizi Kurtlar Vadisi’nde Polat Alemdar’ın sahneye çıkışını anlatan görüntülere taşıdı. Zeki Bey, Polat Alemdar’ın kimlik değişikliğiyle boy göstermesinde, bu anekdotun ilham kaynağı olduğunu öne sürdü.


Kardeş Çatlı,
Soner Yalçın’a anlattığı bu ve benzeri birçok anının Kurtlar Vadisi’nde isim vermeden işlendiğini ve kendilerinin buna çok kırıldığını söyledi. Devam etti: “Polat Alemdar’ın söylediği ‘iki kişinin bildiği sır olmaz’ lafı,
ağabeyimin lafıdır. Soner’e ben anlattım. Bazı sırları paylaşması için ağabeyime baskı yaptığımda bunu söylemişti.”

Başka var mı?


Zeki Bey: “O meşhur
‘sonunu düşünen kahraman olamaz’ sözü de ağabeyimin Şeyh Şamil’e atfen aktardığı bir sözdür. Ağabeyim bir gün Şeyh Şamil’i rahmetle anarak ‘her şeyin sonunu düşünen kahraman olamaz’ dedi. Bunu yine Soner’e anlatmıştım, Çatlı’yı ve cümlenin başını keserek kullandılar.”

Bir başka örnek: “Ağabeyimin ‘canavara sormuşlar neden boynun kalın’ lafını ‘kurda sormuşlar neden boynun kalın’ şeklinde işlediler. Bunlar Abdullah Çatlı’nın sözleridir.”


Geldik en kritik sorulardan birine... Abdullah Çatlı’nın Ergenekon’la ilişkisi var mı? Yaşasaydı Ergenekon’un içinde olur muydu?


Şöyle dedi:
“Asla Ergenekoncu değildir. Susurluk, Ergenekon’dan farklıdır. Çatlı APO’nun elini sıkanların olduğu yerde olmazdı.”

İki süreçte de karşımıza çıkan
Veli Küçük, İbrahim Şahin ve Sami Hoştan gibi ortak isimleri sıraladığımızda ise cevabı şöyle oldu: “Şahsi işbirliğidir. Onların varlığı, Ergenekon’la Susurluk’u yan yana getirmez.”
Sami Hoştan, Çatlı’ya ait olduğu iddia edilen boş bir çantayı mahkemeye sundu. Bunun anlamı var mı?


Zeki Çatlı: “Aynı renkte ve tipte çantayı istediğiniz yerden satın alabilirsiniz. Sami Hoştan, o tavrıyla Veli Küçük’ü korumaya çalıştı.”


Son soru:
“Abdullah Çatlı ölmeden önce en son kiminle görüştü, biliyor musunuz?”

Cevap:
“Muhsin başkanı (Yazıcıoğlu) ev telefonundan aramış. Evde yokmuş başkan. Gülefer hanım çıkmış, konuşmuş. Aradığında çok heyecanlı, telaşlı hali varmış. Görüşememişler. Bir süre sonra da kaza haberini duymuşlar.” Abdullah Catli'nin En Cok Merak Edileni; İşkenceciyi neden yanında taşımış!

Olay, dudak uçuklatacak kadar hayret verici. Türkiye'de hangi oyunların oynandığını ortaya koyan çarpıcı bir ibret belgesi. Yıllarca mesaisini bu işlere harcamış ve Meclis Araştırma Komisyonlarında görev yapmış Fikri Sağlar'ın bile, "Öyle mi, bak ben bilmiyordum" dediği bu gerçek bütün ezberleri bozacak!
Abdullah Çatlı, 1980 öncesi Ülkücü Gençliğin önemli isimlerinden biriydi. Ülkü Ocakları Ankara Şube Başkanlığı yaptı.



Daha sonra en tepe noktaya kadar yükseldi. Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcısı oldu.
Pek çok olayda gençleri o yönlendirdi.
12 Eylül 1980 İhtilali'nin ardından herkes birer birer yakalandı. Çatlı ve arkadaşları ne hikmetse rahatlıkla yurt dışına çıkabildi.
Sonrası malum...
Pek çok karmaşık ve derin ilişkiler içinde yer aldı. Muhsin Yazıcıoğlu'nun cezaevinden kendisine haber gönderip "hayır" demesine rağmen, ihtilal yönetimine hizmet etti.
Darbeciler, ülkücü gençlere işkence yaparken, Kenan Evren'in MİT'teki damadı Erkan Gürvit'le irtibat halinde oldu.
Nihayet, Susurluk'taki o şüpheli kazada hayatını kaybetti. Çok önemli sırları ile birlikte hayata gözlerini yumdu.


3 Kasım 1996'da yaşanan Susurluk Kazası sırasında arkada bir koruma aracı vardı. O aracın içinde de Özel Harekâtçı Ercan Ersoy bulunuyordu. Abdullah Çatlı'yı koruma görevini yapıyordu.
Kimdi bu Ercan Ersoy?
Kamuoyu, o olaydan sonra son derece karanlık ilişkiler içinde olduğunu öğrendi.
Ancak Türkiye, Ercan Ersoy'un geçmişini bilmiyor.
Ersoy, 1980 İhtilali ile birlikte harekete geçen "işkenceci" polisler arasındaydı. MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası'nın Merzifon sanıklarının büyük bölümü, O'nun işkence tezgâhından geçmişti.
Tamamına yakını lise öğrencisiydi. Kimseye tek bir kurşun atmamışlardı. Bütün suçları, o dönemde Ülkü Ocakları'na gidip gelmekti.
Sadece bu yüzden insanlık dışı işkencelere maruz kaldılar.
Ercan Ersoy, İsa Erencik'in sol el parmaklarını kapı arasına sıkıştırıp defalarca ezdi. Aradan 32 yıl geçti, ama Erencik'in parmaklarındaki o izler bugün bile görülüyor.
Salih Keserci'nin çıplak ayakları, kızgın sobaya dayanıp yakıldı.
En büyük bedeli ise M.E. ödedi.
İşkenceciler, M.E.'nin hayalarını sıktılar.
Erkekliği ile oynadılar. Evlendi, ama çocuğu olmadı.
Listeyi uzatmak mümkün...
Ercan Ersoy, bu gençleri sorguya götürüp getirirken, araçtan indiriyor, eziyet ederek ifade ezberletiyordu!
Peki, Abdullah Çatlı, Ercan Ersoy'un bu özelliğini bilmiyor muydu? Biliyordu elbette.
Buna rağmen, O'nu en yakınına aldı.

Güvenliğini ve hayatını O'na emanet etti. Ülkü Ocakları'nın en tepesindeki isim, o günahsız genç ülkücülere hayatı zindan eden Ercan Ersoy'la kol kola gezdi! 
Bu sorularin cevaplari kendisiyle beraber sirlandi...

Hiç yorum yok: