2 Aralık 2012 Pazar

Ata'yi Dinsizlestiren ve Onu Putlastiranlara ; Atatürk ve İslamiyet (1)

Atatürk ve İslamiyet'

Atatürk’ü dinsiz olarak niteleyenler olduğu gibi, onun adından nemalanıp, Kemalizm’i bir ideoloji ve Atatürk’çülüğü yeni bir din gibi gösterme gayretinde olan kişiler de olmuştur. Çıkarcılığın, menfaatin olduğu her yerde iki yüzlü insanlar da vardır. Atatürk gerçekten de dinsiz miydi? İnançsız mıydı? Yüce Allah (c.c) ve peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) hakkındaki düşünceleri nelerdi? Öldüğünde ardından yeni Türkçe’yle yazılan mevlit olduğunu bilseydi acaba nasıl bir tepki verirdi? Acaba ölüm döşeğindeyken ölüme yaklaştığı son saniyelerde ağzından çıkan son sözler ne olmuştur?

Kendisine dinsiz diyenler ile O’nu putlaştıranları bu yazımda aynı kefeye koyacağım. Çünkü, her iki taraf da riyakar insanlardır. Amacım, iki yüzlü insanların maskelerini indirmek, yüce Atatürk’e yapılan bu çirkin ve mesnetsiz iddiaların asılsız olduğunu delilleriyle ortaya koymaktır.Yazımın bu bölümünde Atatürk’ün dindarlığını, İslamiyete bakış açısını değerlendireceğim.

TBMMnin açılışı için hazırlattığı bildiri bile, tek başına Atatürkün dindar kişiliğini gözler önüne sermek için yeterlidir.
TBMMnin Açılış Bildirisi:

Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920 Cuma günü açılmıştır. Bu açılışın 21 Nisan 1920de tüm Türkiyeye gönderilen bildirgesi, bildirgeyi kaleme alan Atatürkün samimi dindarlığını açıkça gözler önüne seren tarihi bir belge niteliğindedir:



“1. Allahın yardımıyla 23 Nisan Cuma günü, Cuma namazından sonra Ankarada Büyük Millet Meclisi açılacaktır.

2. Vatanın bağımsızlığı, yüksek halifelik ve saltanat makamının kurtarılması gibi çok önemli vazifeleri olan Meclisin açılış gününü, Cumaya tesadüf ettirmekten maksat, o günün kutsallığından faydalanmak ve açılmadan önce sayın milletvekilleriyle Hacı Bayram Camiinde Cuma namazı kılmak, Kuran ve namazın nurlarından faydalanmaktır. Namazdan sonra Peygamberimiz (sav) in sakalı ve sancağı el üstünde olduğu halde Meclis binasına gidilecektir. Camiden buraya kadar olan merasim için Kolordu Komutanlığınca özel olarak askeri tertibat alınacaktır.

3. O günün kutsallığını güçlendirmek için bugünden başlayarak valiliklerde, vali beyefendinin düzenlemesiyle hatim indirilecek, muhayiri şerif okunacaktır. Hatmin son kısımları Cuma namazından sonra Meclis binası önünde tamamlanacaktır.

4. Kutsal ve yaralı vatanımızın her köşesinde aynı biçimde bugünden başlanarak muhari ve hatm-i şerif okutularak Cuma günü ezandan önce selavat verilecek ve hutbede halife padişahımızın adı söylenirken, padişahımızın ve topraklarımızın bir an önce kurtuluşu ve mutluluğa erişmesi için dua edilecektir. Cuma namazı kılındıktan sonra hatim duası yapılarak yüce halifelik ve saltanat makamının ve bütün yurdun kurtulması uğrundaki milli çalışmaların kutsallığı ve milletin her bireyinin kendi temsilcilerinden oluşan Büyük Millet Meclisinin vereceği vatan görevlerini yerine getirmesine ilişkin vaazlar verilecektir. Sonunda halife ve padişahımızın, din ve devletimizin, vatan ve milletimizin kurtuluşu, mutluluğu ve bağımsızlığı için dua edilecektir.

Bu dini ve vatani törenin arkasından camilerden çıkıldıktan sonra bütün yurtta hükümet konaklarına gelinerek Meclisin açılmasından dolayı kutlama yapılacaktır. Her tarafta Cuma namazından önce Mevlid-i Şerif okunacaktır.

5. Yüce Allahtan tam başarı dileriz.

Atatürk’ün dindar kişiliği:

Atatürk’ün manevi kızı Ülkü ADATEPE anlatıyor: “Annemi Zübeyde Hanım büyütmüştür. Onun anneme anlattığı bir anıyı aktarayım; Atatürk, 25 Ağustosta Kocatepeye çıktığı zaman orada şöyle dua ediyor: Allahım, senin bana verdiğin fikir ve zekayla ben bütün planlarımı gerçekleştirdim. Bundan sonrası artık senin mukadderatın… O, Allahına inanan bir insandı. Paşa, ramazanda Dolmabahçede veya Çankayada olduğunda anneme, Vasfiye, oruç tutuyor musun? diye sorar, annem tutuyorumdediğinde de çok memnun kalırmış. Bana hastalandığımda dua ettirirdi, kendisi de ederdi. Çok iyi hatırlıyorum; paratifo geçiriyordum, çok üzülmüş ve beni kurtarması için Allaha dua etmiş. Annesi Zübeyde Hanım da çok dindarmış. Anneme daha yedi yaşındayken Kuran dersleri aldırmaya başlamış. Kız kardeşi Makbule Hanımın da namazını devamlı kıldığını biliyorum.”

Vasfi Rıza ZOBU anlatıyor: “Peygamber’e (sav) e çok hürmet ederdi. Peygamber (sav) in çok sağlıklı bir muhakemeye vakıf olduğuna kaniydi. Bir gece Hz. Peygamber (sav) in askeri dehasından bahsediyordu.Onun dine, fikre karşı saygılı bir kişiliği vardı. Kurana çok hürmeti vardı. Yanında üç hafız vardı; Hafız Yaşar, Hafız Hüseyin ve Hafız Mehmet. Ben o hafızları onun yanında, Çankayada tanıdım. Saygıyla dinlerdi. Onun karşı olduğu, yobazlardı.”

Cemal KUTAY anlatıyor: “Bir gün Ertuğrul Yatında ressam İbrahim Çallı, Atatürkün yanındadır. “Şu renkleri tuvale almak mümkün müdür? ” der. Çallı; “Tabii, Gazi Hazretleri” diye cevap verir. “Demek ki siz bu renkleri alabiliyorsunuz” diye tekrarlar Gazi. Çallı; “Deneyelim ve görelim” der. Ayrılacağı zaman Atatürk, Cevat Abbasa şunları söyler: “Söyleyin bu adama bir daha gelmesin. Ne zaman ki haddini bilir, Allahla boy ölçüşmeye kalkışmaz, sıraya girer kul olarak, bunu da ispat eden bir eserle gelir, ben o zaman onun affedilmesine şahitlik ederim.”


Füreyya Koral (Kılıç Alinin İlk Eşi) anlatıyor:“Laikti. Laiklik, dinsizlik değildir. O inançlıydı. Namazını bilmiyorum, ama ilk meclis zamanı kıldığını duymuştum. Kuranın Türkçeye çevrilmesi, dinin anlaşılmasına vesile olan büyük bir hizmettir. O, dinin politika aracı olarak kullanılmasına ve istismarına karşıydı. Ve buna hiçbir zaman izin vermedi.”
Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen anlatıyor: Bir sabah, Atanın elini öpmek üzere yanına girdim. İşleri ile meşguldu. Bir süre ayakta bekledim, birden derin bir iç geçirdi ve Allah dedi. (O bunu sık sık tekrarlardı.) Atatürk hakkında evvelce çok şeyler duymuştum, bu tesirle olacak, bir hayli şaşırdım. Onun ağzından Allah kelimesini duymak beni şaşırtmış ve heyecanlandırmıştı. Atanın yüzüne şaşkın bir şekilde bakmış olacağım ki; Sen dindar mısın? diye sordu. Ben de ailemden aldığım din terbiyesiyle Evet, dindarım dedim ve bu cevabımı nasıl karşılayacağını anlamak için ürkek ürkek yüzüne baktım. Cevabım hoşuna gitmişti. Çok iyi… Allah büyük bir kuvvettir. Ona daima inanmak lazımdır. dedi ve bu konuda uzun uzun izahat verdi. Ben de o zaman anladım ki, Atatürk hakkında söylenenlerin aslı yoktur ve Ata bütün söylenenlerin hilafına dindar bir insandır.”
Atatürk Kuran okutulmasına da son derece önem vermiştir. Hafız Zeki Çağlarman Atatürkün bu yönünü şöyle anlatmıştır: Atatürkün kız kardeşi Makbule Hanımla uzun yıllar komşuluk yaptık. Her yıl Ramazan ayı yaklaşınca Atatürk kız kardeşine; Makbule, Ramazan geliyor, annemize hatim okutmayı ihmal etmeder ve hatim okuyacak hafıza hediye edilmek üzere bir zarf içerisinde para verirdi. (Din Toplum ve Kemal Atatürk, Ercüment Demirer, s.10)

Atatürk’ün din hakkındaki şu düşünceleri önemlidir: “ Din insanların gıdasıdır. Dinsiz adam boş bir eve benzer. İnsana hüzün verir. Mutlaka bir şeye inanacağız. Bu dinlerin en sonuncusu elbette en mükemmelidir. İslam dini hepsinden üstündür.” (Niyazi Ahmet Banoğlu, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, s. 196) 




Bizim dinimiz en makul ve en doğal bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin doğal olması için akla, tekniğe, ilme ve mantığa uygun olması gerekir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur.... İslamın sosyal hayatı içinde hiç kimsenin, bir özel sınıf halinde varlığını sürdürme hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler dini kurallara uygun harekette bulunmuş olmazlar. Bizde ruhbanlık yoktur, hepimiz eşitiz ve dinimizin kurallarını eşit olarak öğrenmeye mecburuz (Atatürkün Söylev ve Demeçleri, 1959, c.2, s. 90)

“Türk milleti dindar olmalıdır yani bütün sadeliğiyle dindar olmalıdır demek istiyorum. Bizzat hakikate nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum... Din şuura muhalif, ilerlemeye engel hiçbir şey ihtiva etmiyor.”(Maurice Perno ile yaptığı ropörtaj 11 Şubat 1924 (Atatürkle Konuşmalar, Cumhuriyet Gazetesi eki, s. 111)

Atatürk, yüce yaratıcı Allah (c.c) hakkında ise şunları demiştir : Allah birdir, şanı büyüktür. Allahın selameti, sevgisi üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri Allah tarafından insanlara dini gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Bunun temel esası, hepimizce bilinmektedir ki, Yüce Kurandaki anlamı açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor. (Atatürkün Söylev ve Demeçleri, c. 2, s. 93)

“Ey Arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür- Adalet-i ilahiye, O’nun tecellilerine bakarak diyebiliriz ki, insanlar iki sınıfta, iki devrede mütalaa olunabilir, ilk devir insanlığın çocukluk ve gençlik devridir. Ikinci devir, insanlığın kemal (olgunluk) devridir.Ey millet! Allah birdir, sani, büyüktür. Allah’iın selameti, atifeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dini hakikatleri tebliğe memur ve resul olmuştur. Koyduğu esas kanunlar cümlemizce malumdur ki Kur’an-ı azimüşşandaki husustur. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir, temel dindir. Çünkü dinimiz akla mantığa hakikate tamamen uyuyor. Eğer akli mantığa, hakikate uymamış olsaydı bununla diğer ilahi ve tabi kanunlar arasında aykırılıklar olmalı gerekirdi. Çünkü bütün kanunları yapan Cenab-ı Haktır.” (Atatürkün 7 Şubat 1923 tarihinde Balıkesirde Zağanos Paşa Camiinde vermiş olduğu hutbeden bir bölümdür.) 



Atatürk; Peygamber Efendimizi çok iyi tanımış, onun üstün özelliklerini çeşitli vesilelerle anlatmıştır:

“O, Allahın birinci ve en büyük kuludur. Onun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir; fakat sonsuza kadar O, ölümsüzdür.” (Dr. Utkan Kocatürk, Atatürkün Fikir ve Düşünceleri -Atatürk ve Din Eğitimi, A. Gürtaş, s. 26)
“Tarih, hakikatleri tahrif eden bir sanat değil, belirten bir ilim olmalıdır. Bu küçük harbte bile askerî dehâsı kadar siyasî görüşüyle de yükselen bir insanı, cezbeli bir derviş gibi tasvire yeltenen cahil serseriler, bizim tarih çalışmamıza katılamazlar. Hz. Muhammed (sav) bu harb sonunda çevresindekilerin direnmelerini yenerek ve kendisinin yaralı olmasına bakmayarak, galip düşmanı takibe kalkışmamış olsaydı, bugün yeryüzünde Müslümanlık diye bir varlık görülemezdi.” (Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, Cilt: 9, Sayı: 100, 1945, s. 3)

“Hz. Muhammed (sav) in bir avuç imanlı Müslümanla mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedirde kazandığı zafer, fani insanların karı değildir; Onun peygamber olduğunun en kuvvetli işareti işte bu savaştır.” (Hakikati Tasvir, Ş. Günaltayın Anıları A. Gürtaş, s. 26)

Atatürkün Hz. Muhammed (sav) e duyulacak sevgiyi tarif ettiği sözleri ise şöyledir:
Büyük bir inkılap yapan Hazreti Muhammed (sav) e karşı beslenilen sevgi, ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli edebilir. (Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, sayı 100, s. 4)

Atatürkün, 1926 yılında yaptığı bir konuşmada Hazreti Muhammedin (sav) adının unutulmayacağını vurguladığı belirtilerek, konuşmasında, O, Allahın birinci ve en büyük kuludur. Onun izinden bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir, fakat sonuca kadar O, ölümsüzdür ifadelerini kullandığına dikkat çekiliyor. Atatürkün 1 Kasım 1924te yaptığı konuşmada, Hazreti Muhammedin (sav) kabilesi tarafından sevilen bir kişi ve nasıl peygamber olduğunu anlattığı belirtilerek, konuşmadan şu örnek cümleler veriliyor: Son peygamber olan Muhammed Mustafa (sav) 1394 sene evvel Rumi nisan içinde rebiülevvel ayının on ikinci pazartesi gecesi sabaha doğru tan yeri ağarırken doğdu... Hazreti Muhammed (sav) eyyam-ı sabavet (çocukluk günleri) ve şebabeti (gençliği) geçirdi. Fakat henüz peygamber olmadı. Yüzü nuranî (ışıklı, saygı uyandıran) sözü ruhanî, reşit, rüiyette bibedel (görünüşte emsalsiz) , sözüne sadık ve halim, mürüvvetçe (iyilikseverlikte) saire faik (başkalarına üstün) olan Muhammed Mustafa (sav) evvela bu evsaf-ı mahsusa (özel nitelik) ve mütemayizesiyle (sivrilmesiyle...) kabilesi içinde Muhammedül-Emîn (güvenilir Muhammed) oldu.Muhammed Mustafa (sav) peygamber olmadan evvel kavminin muhabbetine, hürmetine, itimadına mazhar oldu. Ondan sonra ancak 40 yaşında nübüvvet ve 43 yaşında risalet (peygamberlik) geldi. Fahr-i alem Efendimiz namütanahî (sonsuzca) tehlikeler içinde, bipayan (tükenmez) mihnetler ve meşakkatler karşısında 20 sene çalıştı ve din-i İslamı tesise ait vazife-i peygamberisini ifaya muvaffak olduktan sonra vasıl-ı ala-yı illiyyin (cennetin en yüce yerine erişen) oldu.
1930 yılında Hazreti Muhammedi (sav) küçük düşürmeye yönelik ifadeleri içeren bir kitap ve yazar hakkında Atatürkün, şu açıklamayı yaptığı kaydediliyor: Muhammedi bana, cezbeye tutulmuş sönük bir derviş gibi tanıttırmak gayretine kapılan bu cahil adamlar, onun yüksek şahsiyetini ve başarılarını asla kavrayamamışlardır. Anlamaktan da çok uzak görünüyorlar. Cezbeye tutulmuş bir derviş, Uhud Muharebesinde en büyük komutanın yapabileceği bir planı nasıl düşünür ve tatbik edebilir? Tarih, gerçekleri değiştiren bir sanat değil, belirten bir ilim olmalıdır. Bu küçük harpte bile askeri dehası kadar siyasî görüşüyle de yükselen bir insanı cezbeli bir derviş gibi tasvire yeltenen serseriler, bizim tarih çalışmamıza katılamazlar. Muhammed (sav) bu harp sonunda çevresindekilerin direnmelerini yenerek ve kendisinin yaralı olmasına bakmayarak galip düşmanı takibe kalkışmamış olsaydı, bugün yeryüzünde Müslümanlık diye bir varlık görülemezdi.

İslam dininin dünya insanlığı için büyük bir inkılap olduğunu ifade eden Atatürkün, Hazreti Muhammedin (sav) vefatının yıldönümü dolayısıyla 1930 yılında yaptığı bir konuşmada da İslam dininin insanlık için bir inkılap oluşunu ve korunması gerektiğini şu cümlelerle açıkladığı kaydediliyor: Büyük bir inkılap yaratan Muhammede (sav) karşı beslenilen sevgi, ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli etmek gerekti. Peygamber ölür ölmez düşünülecek şey, bir an evvel onu toprağa tevdi etmek değil yaratmış olduğu inkılâbı emniyet altına almaktı...

Atatürkün Uşağı Cemal Granda Anlatıyor:Bir gece sofrada Peygamberimiz (s.a.v) haşa küçültür şekilde konuşmalar yapılıyordu.Atatürk bu konuşmalardan sıkıldığını belli etti.Elini masaya indirerek:
-“Bu bahsi kapatın.Peygamber’imizi (s.a.v) küçültmek isterseniz,kendiniz küçülürsünüz.”dedi.


Onun yanında bulunduğum süre içerisinde Kadir gecelerinde sofra kurulmazdı.Bazen Mevlid dinlediği de olurdu.Hafız Yaşar Bey’in Mevlid’ini saygı ile dinlerdi.Mevlid’in Miraç bölümünde,”Göklere çıktın Mustafa (s.a.v) ”denince gözleri yaşarırdı.O zaman hemen kolonya götürürdük,inanışı samimi idi.
Öyle “Allah” derdi ki yalnız kalınca,onun gibi kimse diyemez.Herkes çekilip yapayalnız kalınca gökyüzüne bakar,kendi kendine “Allah (c.c.) “ derdi.

Bir gün sofrada çevresindekilere:

-“Bana Allah’ın (c.c) büyüklüğünü anlatır mısınız? ”diye sordu.
Konuklar birer birer Allah’ı (c.c) nasıl anlayabildiklerini anlattılar.Çoğu ipe sapa gelmez şeylerdi.Hepsini dikkatle dinleyen Atatürk:
-“Hepiniz Allah’ı (c.c) ayrı ayrı görüyor ve yüceltiyorsunuz.Anlaşılan Allah (c.c) .herkesin yücelttiğinden de yücedir,”dedi.

Atatürkün Uşağı Cemal Granda Anlatıyor: Bir yaz akşamı Dolmabahçe sarayında kadınlı,erkekli bir yemek vardı.8-9 saat süren yemek sona ererken salonunun büyük kapısının parmaklıkları arasından güneş doğuyordu.Atatürk’ün bir işaretiyle manevi kızları Nebile hanım,sandalyesinin üzerine çıktı.İnce endamı ile bir heykeli andırıyordu.Sabah ezanı okumaya başladı.Ahenkli bir ses geniş şekilde yankılandı.
Atatürk başını yukarıya doğru kaldırmış, kendinden geçmiş bir halde ezanı dinliyordu.Biran geldi yanaklarından yaşlar süzülmeye başladı.

Atatürkün dindarlığının kanıtlarını hem kişisel yaşamında hem de konuşma ve söylevlerinde bulmak mümkündür. Sık sık Kuran okutması, Kuran okunduğunda kimi defalar duygulanarak gözlerinin yaşarması, din ve mukaddesatın önemi konusunda samimi yorumlarda bulunması, kişisel yaşamından edindiğimiz ve kendisinin inancını ortaya koyan bulgulardır. Atatürkün Türk Milletine kazandırmaya çalıştığı ahlak ve dünya görüşüne baktığımızda da, hurafe ve yanlış geleneklerden arındırılmış, saf ve samimi bir din anlayışı dikkat çeker. Pek çok konuşmasında dinimizi övmüş ve dinin toplum tarafından anlaşılarak yaşanması gerektiğine dikkat çekmiştir. Bu konudaki bazı sözleri şöyledir: “Bizim yüce dinimiz, her Müslüman erkek ve kadına araştırmayı farz kılıyor ve her Müslüman, bu dine bağlananları aydınlatmakla vazifelidir. (Atatürkün Söylev ve Demeçleri, c. II, s. 144)

Devam Edecek...

Hiç yorum yok: