23 Aralık 2012 Pazar

Türkiye’nin kanayan yaralarından biri; Toprak Satisi!

Yabancıya toprak satışı Türkiye’nin kanayan yaralarından biridir, üzerinde ne kadar durulsa yeridir. Ne yazık ki bu büyük sorun yeterince takip edilmiyor; temel politikası, millete ait ne varsa satmak olan AKP iktidarı ise bildiğini okumaya devam ediyor.

Yabancıya toprak satışı emperyalizmin çevre ülkelerine yönelttiği altı silahtan biridir. Bu silah Osmanlı’ya karşı da kullanılmıştır.

O zamanın büyük devletleri serbest ticaret antlaşmalarının, dış borçlandırmaların ardından, maliyesi bozuk Osmanlı’dan, bazen borç verme karşılığında, bazen tehdit ederek birçok ödün almıştır.

Bunlardan biri de yabancıya toprak satışının, 1867’de serbest bırakılmasıdır.

Bir ihanet olan bu uygulamaya Atatürk döneminde son verilmiş, ne yazık ki AKP ile birlikte Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde 2003 yılında yeniden başlatılmıştır. AKP hükümeti döneminde 8.3 milyon metrekare toprağımız yabancıların eline geçmiştir.

Acaba Türkiye’nin toprakları hangi yollardan yabancıların eline geçiyor? Yazımın konusu budur.

Benim belirlediğim kadarıyla yöntemler çok çeşitli... Bunları 4 başlık altında toplayabilirim:

—Doğrudan satışlar

—Dolaylı satışlar

—Tarım arazileriyle ilgili olanlar

—Diğerleri.

I) DOĞRUDAN SATIŞLAR

Türkiye’de topraklarımızın yabancıların tapulu mülkü olmasını, yabancı devletlerin millî servetlerine katılmasını sağlayan birinci yol, doğrudan doğruya satışlardır.

A) Doğrudan satışların yolu, AKP iktidarının 19 Temmuz 2003’de çıkardığı yasa ile açılmıştır.

Daha doğrusu, topraklarımızın yabancılara -dünyada görülmemiş bir şekilde- sınırsızca satılması bu yasa ile başlamıştır. Ancak şikâyet üzerine uygulama Yargı tarafından engellenince, AKP Hükümeti 7 Ocak 2006’da ikinci bir yasa çıkararak satışlara bazı kısıtlamalar getirmek zorunda kalmıştır. Ne var ki değişen fazla bir şey yoktur, şu anda bile ülke topraklarının el değiştirmesi büyük bir hızla devam etmektedir.


Yabancılar 19 Temmuz 2003 tarihine kadar taşınmazları, daha ziyade yerli aracı kullanarak alabiliyorlardı. Bu tarihten sonra doğrudan doğruya satın almaya başladılar.

Yasa ile ülkemizin en verimli, en değerli toprakları yıllardır parsel parsel yabancı mülkü oluyor.

Satışlar tek tek, ufak ufak, geniş bir mekânda gerçekleştiği, medyaca da görmezden gelindiği, gizlendiği için farkına varmıyoruz.

Oysa ünlü deyiştir: Taşı delen, suyun şiddeti değil, damlaların devamlılığıdır.

Doğrudan toprak satışları bazen bir defada çok büyük miktarlarda da yapılmaktadır. Buna, Rusya’nın en zenginleri arasında yer alan Roman Abramoviç’in İzmir Çeşme’de Çiftlikköy’de satın aldığı Kum Beach’i örnek olarak verebilirim.

Yaklaşık 160 000 metrekarelik olan bu alan yalnız bir yabancı özel kişinin tapulu malı olmakla kalmamış -vurgulamakta yarar görüyorum- aynı zamanda yabancı bir ülkenin (Rusya’nın) millî servetine katılmıştır.


B) Yabancıya doğrudan taşınmaz satışının bir de “ticari” nitelikli yönü, yani “ticari satışlar” şekli vardır.

Buna göre bizzat yabancılar emlakçılığa soyunmuş oluyor:

Yabancılar, İngiliz, Fransız, Alman,… Türk topraklarını satın alıp yine yabancılara pazarlıyor.

Bundan başka, örneğin İngilizler Kalkan’da satın aldıkları lüks villalarda pansiyon hizmeti bile veriyorlar. Ticarî gayrimenkul için dünyanın her yerinden yatırımcı geliyor Türkiye’ye. İngilizler, İrlandalı ve Hollandalılar yazlık konut alanına ilgi gösteriyor. Özellikle İngiltere ve İrlanda'dan bazı fonlar bir apartman ya da sitenin tümünü satın alıyor, sonra satıyorlar.



C) İngiliz bankaları Türkiye’den toprak almaları için müşterilerini teşvik ediyor ve onlara kredi kolaylıkları sağlıyor. İsrail ve ABD benzer bir planı Irak’ın kuzeyinde de yürütüyor.

Irak'ta faaliyet gösteren Kürdistan Kredi Bankası Irak’ın kuzeyindeki Türklerin ev ve topraklarını satın almaları için Kürtlere beş yıl vadeyle faizsiz kredi veriyor.

'Türkmen Eli' teşkilatının Kafkasya temsilcisi Metin Arslanlı’ya göre Türklerin taşınmazlarını satın almak için kredi açan bu banka, İsrail'de faaliyette bulunan dört şirket tarafından desteklenmektedir. Musul, Kerkük, Erbil, Dohuk, Bakuba, Felluce, Selahattin ve Süleymaniye'deki toprakları, Kürtler aracılığıyla, ABD'liler ve Yahudiler satın almaktadır.


II) DOLAYLI SATIŞLAR

Doğrudan satışlar “açık kimlik”le yapılan alımları kapsar. Buna karşılık, dolaylı satışlarda gerçek kimlik gizlidir. Dolaylı (gizli) satışların büyük bir kısmı, Türk şirketlerinin veya Türk vatandaşlarının (paravan şirket veya kişilerin) adları kullanılarak yapılmaktadır.

Dolayısıyla toprakların yabancıların eline geçtiği, gerçek sahiplerinin onlar olduğu tapu kayıtlarında görülmemekte, istatistiklere de yansımamaktadır.Dolaylı satışlar; “yabancıların, sınırlı aynî hak tesisi”, ölüme bağlı tasarruflar, güvenilir Türkiye yurttaşları, paravan şirketler aracılığıyla gayrimenkul edinmesi” şeklinde tanımlanabilir.

Bazı aynî haklar şunlardır: İntifa (yararlanma) hakkı, oturma hakkı, üst hakkı, kaynak hakkı, irtifak hakları.

Görünürde bir Türk yurttaş adına tapuya kayıtlı bir taşınmazı yabancı bir şirket, intifa hakkı yoluyla 100 yıla kadar kullanabilir. Kaynak hakkı bir gayrimenkulün içinden çıkan sudan yararlanma hakkıdır. Bunda ve diğerlerinde de aynı durum yaratılabilir.

Kamuoyunu uyandırmamak, tepki çekmemek isteyen yabancı şahıs ve şirketler bu yollara başvuruyor.

Ülkemizin değişik yerlerinde rastlanıyor uygulamaya:

Örneğin, Güneydoğu Anadolu’da paravan kişi ve şirketler üzerinden yabancılar gayrimenkul sahibi olabiliyor. Bu açıdan İsrail’in faaliyetleri zikredilmeye değer: İsrail tarım teknolojisinde büyük atılımlar yapan bir ülke. Bu üstünlüğü onu GAP’a çekiyor. Gözleri hep oraya dikili…

Sürekli olarak, çok önemli miktarlarda toprak kapatıyorlar Güneydoğumuzda. Ancak İsrail başka bölgelerde de ciddi miktarlarda toprak satın alıyor.

Nasıl? Doğrudan doğruya değil, birtakım aracıları kullanarak!

Dediğim gibi sızma GAP’la sınırlı değil, Batı Anadolu’da da durum aynı. Hepsi de bitek, tarıma elverişli topraklar...
III) TARIM ARAZİLERİYLE İLGİLİ OLANLAR

Tarım arazilerimiz birkaç farklı yolan yabancıların eline geçiyor. Daha önce, kitaplarımda bunlardan çok söz ettim. Belirleyebildiğim kadarıyla, kullanılan yöntemler şunlar: Çiftçiyi yoksullaştırma, hukuk hileleri, banka hacizleri.

A) Birinci olarak çiftçi yoksullaştırılıyor. Yoksullaşan çiftçi, son aşamada toprağını satışa çıkarıyor. Orta Anadolu’da, Batı bölgelerimizde çok yolculuk yaptım. Geçmişte hiç görmediğim şeyler görüyorum artık yol kenarlarında: Tabelalar…, üzerlerinde “satılık arazi”, “satılık tarla” yazan tabelalar!...

Yabancıya toprak satışı tarım sektörümüzdeki küçülmeyle koşut olarak gerçekleşiyor. AKP hükümeti IMF ve Dünya Bankası’nın talimatları ile yönetti ekonomimizi.

Benim “Korkunç İkizler” adını verdiğim bu kuruluşlar şöyle diyor: “Ey Türkiye, tarım senin sırtında yüktür, tarımı desteklemeyi bırak. Ben sana para vereceğim. Köylüne dağıtırsın. Ama dekar başına, ürüne göre değil.”

Şimdi bakın, Emperyalizmin bu taşeronlarının dediği yapılınca neler oluyor:

—Köylü gelir elde ediyor, ancak üretim yapmadan! Havadan elde edilen bir gelir bu...

—Ancak madalyonun bir de öbür yüzü var: Korkunç İkizler AKP hükümetine Neoliberal politikalar dayattı. Çiftçi, bir geçiş aşaması bile tanınmadan serbest piyasanın vahşetine terk edildi. Taban fiyatları sürekli düşük tutuldu. Sübvansiyonlar azaltıldı, bazı hallerde tamamen kaldırıldı. Tohum ve gübre desteği yok, destekleme fiyatları çok düşük. Buna karşılık tarımsal girdi fiyatları yükseltildi.

Sonuç: Üretim maliyetleri arttı. Ürün bedelleri zamanında ödenmedi. Köylü mahkemelere, icra kapılarına düşürüldü. Hayvanlarını traktörünü satmak zorunda bırakıldı. Yeni yatırım yapması engellendi, iflasa zorlandı.

—Çiftçi üretimden soğumaya başladı, toprakla olan bağı zayıfladı, hattâ hiç kalmadı. Küçük üreticiler tasfiye edildi. Türkiye boş tarlalar ülkesine döndü. Çiftçi toprağını satmaya başladı.

—Kimlere satılıyor tarlalar? Tabii parası olana, özellikle çok para verenlere, örneğin bavul bavul Dolarla, çuval çuval Avro ile Sterlinle gelen yabancılara!

—Sonra ne olacak? Yabancılar toprak sahibi oldukça şirketler kuracak, arazi toplulaştırmasına yönelecekler. Büyük tarım işletmeleri kurmaya başlayacaklar. Bir zamanlar kendi toprağının sahibi olan Türk köylüsü ise, yabancı şirketlerde ücretli işçi konumuna düşecek. Türk çiftçisi kendi öz vatanında yabancıların “maraba”sı olacak.

Bir taraftan da Avrupa Birliği’nde işsizlik gittikçe artıyor, peki çözüm?

Anadolu toprakları ne güne duruyor?

Türkiye Ziraatçılar Derneği Genel Başkanı İbrahim Yetkin’e göre “çok planlı, programlı bir senaryo” bu:

Türk çiftçisi üretmeyecek; Türkiye tarım ürünlerini dışardan alacak. Kendi kaynaklarını kullanmayacak. Kapılarını yabancı sermayeye açacak. Türkiye tam bir açık pazar haline gelecek. Çiftçi yoksullaştıkça -toprağı elinden alınmış olarak- kentlere sürülecek, proleterleşecek.

Bir zamanlar imparatorluk Almanyası da Osmanlı toprakları için bu mahiyette projeler hazırlamamış mıydı?


B) İkinci yöntemi hukuk hileleri başlığı altında ele alabiliriz.

1) Yabancılar tarım alanlarımızı köylüye yüksek paralar teklif ederek satın alıyor. Tapulu ve tapusuz alanların zilyetliklerini alıyor, muhtar senedi, el senedi gibi yerel araçlar kullanıyorlar. Zilyetlik yöntemi taşınmazın sahibi olmadan, kullanım hakkı sağlıyor.

Somut bir örnek Kars (Digor)’dan verilebilir.

Bölgenin sınır köylerine gelen Amerikalı ya da İsrailli oldukları söylenen yabancılar; tarla sahibi köylülere sadece bir imza karşılığında bol para dağıtıp gidiyorlar. Böyle havadan verilen para miktarı -yaklaşık 5 yıl önceki verilere göre- 3-7 milyar TL!...

Bir yandan da köylülere şu uyarıda bulunuyorlar:

“Tarlanızı her yıl mutlaka ekip biçeceksiniz. Ekip biçmeyenlere para vermeyeceğiz. Siz bunları yapın, paranızı bizden isteyin.”

Bu şekilde para alan köylülerin sayısı on yıl kadar önce 3 bin civarında idi, bugün kaça yükselmiştir değerli okur, artık siz tahmin edin onu.

Şimdi şu soru yanıt bekliyor:

Acaba adı geçen yabancılar hazır bir maddî karşılık istemeden, neden böyle yüklü ödemeler yapıyorlardı çiftçilerimize?

Açıklama korkunç: Altına imza atılan sözleşmede yazılı hususlar, ileride toprağın köylünün elinden alınmasına sebep olacak nitelikte. Çünkü söz konusu köylerde bazı evlerin ne tapuları, ne de ruhsatları var. Tarlaların ise, ikisi de yok.

Şimdi sıkı durun: yabancıların imzalattığı sözleşmede, toprakların kendilerine ait olduğu yazılıydı, para alan köylüler ise o tarlalarda işçi olarak çalıştırılıyordu! Yabancılar uzun vadede, uygun zamanda ortaya çıkacaklar ve “Bu topraklar bizimdi zaten. Bakın, onları biz işliyorduk. İşçi çalıştırıyor, onlara ücret vererek kendi toprağımızı ekip biçiyorduk” deyip tarım alanlarını ele geçirecekler. Plan bu!
2) Buna oldukça benzeyen bir diğer uygulama da şöyle: Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da büyük toprak sahipleri Yahudi kuruluşlar tarafından ABD’ye davet ediliyor. Toprak hangi genişlikte olursa olsun, yüksek fiyatlar teklif ediyorlar. Toprağın ekilip biçilmesini yine sahibine bırakıyorlar.

Akıl sahibi biri boşuna söylememiş: Yarın için planı olmayan, başkalarının planının parçası olur!

C) BANKA HACİZLERİ

Tarım arazilerinin “banka hacizleri yoluyla ele geçirilmesi” iki yoldan gerçekleşiyor.

1) Birinci mekanizma şöyle işliyor: Çiftçinin bankalardan aldığı krediye karşılık toprağı ipotek ediliyor. Çiftçi temerrüde düşünce, yani borcunu ödeyemez duruma düşünce haciz geliyor, toprağı elinden alınıyor.

AKP iktidarı, bilindiği gibi IMF’nin talimatına boyun eğerek tarıma devlet desteğini kesti.




Girdi maliyetleri artan, ürünü de para etmeyen çiftçi; bu durum karşısında yabancı bankaların cazip imkânlarla sunduğu kredilere başvurdu, başvuruyor, tabii tarlasının ipotek altına alınması karşılığında.

Ziraat Bankası’nın özelleştirilmesi sürecinde kredilerin yetersiz kalması nedeniyle devreye yabancı sermayeli bankalar girmektedir. Uygulamada çiftçinin ödeme gücüne bakılmaksızın ve kasıtlı olarak üretime değil, tüketime yönelik krediler de veriliyor. Bu yöntemle, çiftçiler ödeme güçlüğüne düşürülmekte ve haciz yoluyla topraklarına el konulmaktadır

AKP’nin iktidara geldiği tarihten bu yana geçen 8 yıl içinde - yerli sermayeli bankaların kullandırdığı tarımsal krediler ancak 2 kat artarken- yabancı sermayeli bankaların kullandırdığı tarımsal kredi miktarı 250 kat artmıştır.

Bu durumda toprak hacizlerinden hangileri çok daha fazla yararlanacak?

Elbette yabancı bankalar!

Gerçekten, bazı yabancı bankaların tarımsal kredi kullandırma yoluyla batağa çektiği çiftçiler, bu bankaların haciz işlemleri karşısında çaresiz duruma düştüler.

Ege bölgesinde binlerce hektar arazi özel bankaların verdikleri krediler karşılığında ipotek altında.

Yine Ege ve Trakya bölgesinde birçok çiftçi, hatta bazı köylerin tamamı yabancı bankaların haciz tehdidi ile karşı karşıya bulunuyor.

Özellikle Ege köylü ve çiftçileri aldıkları şartlı kredileri ödeyemeyince, arazileri, tarlaları, evleri icra yoluyla ellerinden alınarak bankaların eline geçmektedir.

Bu arada vurgulayalım ki Türkiye’de ticarî şirketler kuran, yerli bankaları satın alan Yunanlıların bu bankalarından biri çok sayıda tarım arazisine ipotek koymuş bulunuyor.

Sorun Ege ve Trakya ile de sınırlı değil;

Kayseri'nin Kocasinan İlçesi Ziraat Odası Başkanı Emin Yılmaz anlatıyor:

“Sattığı mahsulün, giderlerini karşılamaya yetmediğini gören çiftçi kendini kurtarmak için bankalara yöneldi. Bankalar ucuz ve sıfır faizle çiftçiye kucak açtı. O kadar iyi niyetli ve o kadar hoşgörülü davrandılar ki, çiftçiler bankaları koruyucu melek sandı. Bankalar çiftçinin durumunun kötüye gittiğini anlayınca, tutumlarını birden değiştirdiler. Bazıları 'azrail’ kesildi. Çiftçiyi icraya verdiler, kefilleri icraya verdiler. Köylülerin tarlalarına haciz koydurdular. Borçlu, kefil demeden herkesi kıskıvrak bağlayıp perişan ettiler.”'

2) İşin bir de kredi kartı yönü var. Bu mekanizmayı da Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın’ın bir uyarısından öğreniyoruz:

“Tarım üreticisi özel bankaların önünde kuyrukta. Hayatını döndürebilmek için kredi kartına yükleniyor. Çünkü ürünü para etmiyor, gübre iki katına çıkmış, açık kredi kartı almaktan başka bir çaresi kalmamış. Bu durum da, üretim araçlarının, tarlasının, traktörünün yakın gelecekte elinden çıkacağı sürecin başladığına işaret ediyor.”

IV) DİĞER YÖNTEMLER
    Yabancıların topraklarımıza sahip olmak için uyguladıkları başka yöntemler de var. Bunları aşağıda kısa kısa açıklıyorum.


—Özelleştirme ve yabancı sermaye: Kamuya ait tesislerin özelleştirilmesi sırasında, tesisi satın alanın yabancı olması durumunda, bu tesislerle birlikte arsa ve araziler de yabancının eline geçmekte, yabancı bir ülkenin millî servetine katılmış olmaktadır. Doğrudan doğruya, yabancı sermaye girişi de aynı sonucu veriyor.

—Madencilik ruhsatları: AKP iktidarında, Türkiye’de 100 000 kilometrekareden fazla bir Vatan parçası; maden arama ruhsatı verilerek, 20 kadar Amerikan, Anglo-Amerikan ve Kanadalı şirketin kullanımına terk edilmiş bulunuyor.

Bu uygulamanın asıl trajik ve bizi şu anda ilgilendiren yönü yasal düzenlemelerle, bu toprakların mülkiyetinin de yabancı şirketlere geçme riskinin bulunmasıdır.

Son veriler şöyle: 1923’ten 2004 yılına kadar Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri toplam 1500 maden işletme ruhsatı vermişken, AKP iktidarı Anayasa Mahkemesi’nce iptal kararı verilene kadar, çıkardığı yasa ile 2004-2009 arasında toplam 43 bin 500 maden işletme ruhsatı vermişti.

Türkiye’nin yüzölçümünün üçte biri, 282.898 kilometrekarelik alan, maden işletmelerine açılmıştı.

—Azınlıklar: Rockefeller Vakfı Türkiye'nin bazı pilot bölgelerinde Türk gençlerine Osmanlı dönemi azınlık tapularının araştırmasını yaptırdı.

Araştırma sırasında, gençlerin elde ettiği belge ve kayıtlara el konulması bir istihbarat çalışmasını andırmaktadır. Bu çerçevede, Amerika'daki eski Osmanlı azınlıklarının torunlarının, ABD mahkemelerinde davalarını açmaya başlamış olduğu ifade ediliyor. Amerikan sigorta şirketleri bu davaları şimdiden sigorta etmiş. Hedefleri, Türkiye'den topluca toprak veya tazminat talep etmek.

—Kurtarılmış bölgeler: Dünya Kiliseler Birliği bir proje geliştirmiş. Proje İstanbul'da ve Anadolu'nun her köşesinde, azınlıklar tarafından “kurtarılmış bölgeler” oluşturulmasını öngörüyor.

—Vakıflar: AKP iktidarı vakıf arazileriyle ilgili kanunlarda değişiklik yaptı. Bu yoldan, ülkemizdeki yerli yabancı dinî cemaat vakıflarının arazi edinmelerini büyük ölçüde kolaylaştırdı. Bu arazilerde gerçekleştirilen ticarî yapılaşmalar, söz konusu vakıfların ekonomik yönden büyük olanaklara kavuşmasının yolunu da açmış bulunuyor.

—Dava Yolu: Yunanlılar Ulusal Kurtuluş Savaşımızdan sonra terk edip gittikleri yerleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne dâvâ açarak geri almaya çalışmaktadır. İngilizler Uzunada’yı 1871 tarihli bir tapuya dayanarak ele geçirmeye çalışıyordu. Dava bugün hangi aşamadadır, bilemiyorum.

—İsrail’in faaliyetleri: GAP’da İsrail şirketleri yerli holdinglerle işbirliği yapıyor. Başka ülkelerle ortak projeler yürütüyorlar.

14 Mart 1996 tarihli Türkiye-İsrail Serbest Bölge Antlaşması, İsrail’e GAP bölgesinde olağanüstü kolaylıklar sağlıyor.

İsrail’in bölgede izlediği bir yöntem şudur: Kimi çiftçiler ve kamu personeli MASHAV adlı kuruluş aracılığı ile devşiriliyor. MASHAV, MOSSAD’ın yan kuruluşudur.

Çalışma ilkesi şudur:

“İsrail yönetimi hissedilmeli, ancak görülmemeli.”

Bölgede “İsrail gelse daha iyi olur” propagandası yapılıyor.

Bundan başka GAP personeli, üniversite rektörleri, öğretim üyeleri, ziraat odaları başkanları, bölgenin büyük çiftçileri arasından özel olarak seçilenler İsrail’e götürülüp “eğitim”e tabi tutuluyor.

İsrailli kadınlar Şanlıurfa’daki İtalyan Hastanesi’nde doğum yapıyor; doğurdukları çocukları Türk yurttaşı olarak nüfusa kaydettirebilmek için!

Bu ilimizin nüfusuna kayıtlı yurttaşlar adına alınan topraklar İsrail şirketleri tarafından uzun süreli olarak kiralanmaktadır. Bazı Yahudi asıllı kişiler köy köy dolaşarak, toprak alma yönünde girişimlerde bulunmaktadır.


SONUÇ

Büyük devletlerin öyle sorunları vardır ki bunlar siyasi partilere, parti program ve uygulamalarına emanet edilemez. Bunlar Devlet sorunudur ve siyasi partiler ancak onları uygulamakla yükümlüdür ya da ancak uygulama yöntemlerini farklılaştırabilirler.


İşte bu temel sorunlardan biri -bence- yabancıların ülkede toprak sahibi olmasıdır.

Devletimizin yargı organlarından, Anayasa mahkemesi 1985’de, “Toprak devletin kurucu unsurudur, yabancıya satılamaz” prensibini oluşturmuştu.

Ne var ki AKP diye bir parti iktidara gelince 2003’den itibaren harıl harıl satılmaya başladı topraklarımız. Devlette süreklilik bırakılmadı çünkü!

Yabancıların ülkemizde toprak edinmesi kesinlikle esaslı ölçüde kısıtlanmalı, yeniden AKP iktidarından önceki ölçülere indirilmeli, hele tarım arazileri için sözü bile edilmemelidir. Tarım topraklarının yabancılarca ya da yabancı denetimli bankalar tarafından alınmasını engelleyici yasalar derhal çıkartılmalıdır.

Hiç yorum yok: