9 Şubat 2014 Pazar

IHANET HUKEMETI VE ONUN SOMURGECI NEMRUT MAHKEMELER döneminin, tam ORTASINDA duran Üçok’un SAVUNMASI bu hukuksuzlukların kimler tarafından ve nasıl planlanıp, yürürlüğe konulduğunu görmemize yardımcı oluyor.

Türkiye’nin “Özel Yetkili Mahkemeler cumhuriyeti” dönemi tüm detaylarıyla yazılacağı zaman bu kişinin anlattiklari ve O TARIHE GECECEK SAVUNMASI önemli bir  rol oynayacak: Zeki Üçok, bir Hakim Albay. Kendisine sayısız dava açılmış durumda ve şu anda Balyoz suclusu GOSTERILEREK 16 YIL ceza verilmis ve cezaevinde.

 Üçok, IHANET HUKEMETI VE ONUN SOMURGECI NEMRUT MAHKEMELER döneminin, hukuksuzluk skandallarının tam ORTASINDA duruyor. Üçok’un yaşadıkları, ve SAVUNMASI bu hukuksuzlukların kimler tarafından ve nasıl planlanıp, yürürlüğe konulduğunu görmemize yardımcı oluyor. En önemlisi, bu süreçte Cemaat-Emniyet-ÖYM’ler-kimi devlet kurumların oynadığı rollere işik tutuyor. Üçok, Kayseri’de bir hava üssünde bilgisayar sistemine sahte belge yerleştirdikten sonra suç üstü yakalanan cemaatçi astubayları sorgulayan bir hakim albay iken bu durumlara nasil geldigini MAHKEMEDE YAPTIGI O SAVUNMASINDAN SATIR SATIR OGRENIYORUZ. Virgulune dahi dokunmadan o TARIHI SAVUNMAYI YAYINLIYORUZ.! Her Satiri dikkatlice Incelendiginde onlarca IHANETE VE SOYSUZLUGA, SUC DUYURUSUNUDA  Beraberinde getirmektedir.

ISTE O SAVUNMA...!
SAVUNMAM
İddianamede yer alan suçlamalarla ilgili olarak savunmamı
Neden Buradayım, Esasa İlişkin Savunmalar olmak üzere iki
başlık altında yapacağım.
Esasa ilişkin savunmalarıma başlamadan önce tüm bu asılsız
suçlamaların niçin şahsıma yöneltildiğini mahkemenize kısaca açıklamak istiyorum.
A. NEDEN BURADAYIM
Ben,Kıbrıs Barış Harekatı nedeniyle evlerimizdeki ışıklarımızı
söndürdüğümüz,her gün radyodan şehit haberleri ve kahramanlık
türküleri dinlediğimiz 1974 yılında askeri liseye girdim.Tam 38 yıldır
askerim.Otuz sekiz yıl içerisinde Işıklar Askeri Lisesi ve Hava Harp
Okulundan mezun olup havacı subay oldum.Daha sonra hukuk
fakültesini bitirdim.Askeri hakim oldum,yüksek lisans ve doktora
yaptım.Askeri hakimlerin görev yaptığı tüm illerde çalıştım.Sayısız mutlu ve başarılı günlerim oldu.Sınıfımda devrelerim arasında birinci
sıradayım.Hava Kuvvetlerinin tek yüksek lisans ve doktora yapmış hakim subayıyım, iyi derecede İngilizce bilirim. Elektronik mühendisliği lisans diplomam var. Askeri hakimlik,askeri savcılık ve adli müşavirlik görevlerini yapmış beklide tek askerim. Genelkurmay Başkanı dahil tüm sıralı amirlerimden takdirlerim var vesair vesair.
Ama bir gün 24 Eylül 2009 günü, Merkez Komutanlığından gelen iki
subayın odamda beni beklediklerini gördüm.Kendilerine sorduğumda
CMK.nın 250.maddesi ile görevli İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca sanık sıfatı ile dinlenmek üzere çağırıldığımı söylediler.Benim sizlerin huzuruna sanık olarak gelme sürecim bu şekilde başladı.Ben şimdi size huzurunuzdaki dava ile ilgili olarak suçlanmamın nedenlerini ve yaklaşık üç yılı geçen bu süreçteki iddiaları,kızımın ve eşimin öldürülmek ile tehdit
edilmesine kadar varan uygulamaları ve hakkımda yürütülen linç
kampanyasını ve tüm bu suçlamaları nedenleri ile birlikte açıklayacağım.



Ben,ilk olarak Uğur DÜNDAR tarafından ortaya çıkarılan, dönemin
Devlet bakanı Bahattin ŞEKER’in yurt dışında çalışması ile ilgili askerlik hakkına ilişkin davada hakim olarak verdiğim mahkumiyet kararı ile kamuoyunun gündeminde yer aldım
Daha sonra aralarında DTP Genel Başkanı Nurettin DEMİRTAŞ’ın
da bulunduğu yaklaşık 300 kişiyi kapsayan Cumhuriyet tarihinin beklide en büyük sahte askerliğe elverişsizlik raporu, yani sahte çürük raporu çetesi soruşturmasını yürüttüm. Bu soruşturma sonucunda DTP Genel Başkanı değişti(EK-1).Bu nasıl bir ironidir ki,hakkımdaki suçlamalardan biriside sahte çürük raporu veren bir örgütün yöneticisi olamaktır.
Hemen akabinde basında KARARGAH EVLERİ olarak bilinen
soruşturmayı yürüttüm.

Bu soruşturma sırasında MİT tarafından hiçbir
somut ve hukuki delile dayanmayan, Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilgili
gerçek dışı iddialar içeren bilgi notları hazırlandığını tespit ettim.
Aynı dönem içerisinde, şu anda mahkemeniz huzurunda
görülmekte olan davaya da bir bakıma gerekçe yapılan Kayseri’deki
2.Hava İkmal Bakım Merkez Komutanlığında, kendilerinin Fetullah
GÜLEN Cemaati üyesi olduğunu söyleyen bazı asker ve sivil şahısların Türk Silahlı Kuvvetleri personelini fişlediklerine,bazı askeri emirleri izinsiz olarak aldıklarına,üzerinde değişiklik yaparak askeri yazışma bilişim sistemine tekrar soktuklarına yönelik olarak IŞIK EVLERİ soruşturmasını yürüttüm.
Kamuoyunda HERON İHANETİ olarak adlandırılan soruşturmayı
yürütüm(EK-2).Bu soruşturma kapsamında MİT tarafından Genelkurmay Başkanlığına gönderilen ve iki askeri şahıs arasında yapıldığı idea edilen telefon görüşmesinde, PKK terör örgütüne büyük zararlar veren insansız hava araçları HERONLAR’ın düşürülmesi için talimat verilmektedir. Bu telefon görüşmesinde HERON’ları düşürecekleri ileri sürülen pilot üsteğmenin,konuşma gün ve saatinde F-4 uçağı ile Eskişehir üzerinde uçuşta olduğunu,yarbayın ise,NATO görevi nedeniyle İtalya’da olduğunu, uçuş ve görev kayıt belgeleri ile tespit ettiğim, HERON İhaneti adlı soruşturmanın iddianamesini hazırlıyordum.
Bu soruşturma sırasında MİT tarafından Ankara, İstanbul,İzmir gibi
bir çok şehirde yoğun olarak kullanılan bazı umumi telefonları mahkeme kararı olmadan gayrı yasal olarak dinlediğini de tespit ettim.Hatta Hürriyet Gazetesi köşe yazarı sayın Sedat ERGİN bu konuda endişelerini dile getiren ‘Büyük Kulak Bizi mi Dinliyor’’ gibi başlıklı bir yazıda yazmıştır.
Kara Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından
görevsizlikle savcılığımıza gönderilen soruşturma da(EK-3),Türk Silahlı Kuvvetlerine ait bazı belgelerin izinsiz olarak temin edilmesi adı altında yürütülen soruşturmanın,aslında Fenerbahçe Spor Kulübü başkanı Aziz YILDIRIM’ı da bir şekilde bu soruşturmaya dahil ederek gündemde
bulunan helikopter ihalesine ve diğer NATO ihalelerine girmesine
engellemek olduğunu tespit ettim.Ben tutuklandıktan sonra bu dosya
Ankara Ağır Ceza Mahkemesine gönderildi.Yargılaması devam
ediyor.Dosyayı inceleyen bilirkişiler Fener Bahçe Spor Kulübü başkanı Aziz YILDIRIMIN gayrı yasal yollar ile temin etmekle suçlandığı gizli askeri belgelerin,tıpkı benim söylediğim gibi internet ve SSM gibi açık kaynaklardan elde edilebilecek belgeler olduğunu tespit etmişlerdir.
Son olarak da, seksenli yıllarda da adı benzer rüşvet verme
olaylarına karışmış olan, dünyanın en büyük uçak üreticisi iki
uluslararası silah şirketinin katıldığı ihalede meydana gelen usulsüzlüğe ilişkin soruşturmayı yürüttüm
Özellikle şunu belirtmek isterim ki,Karargah Evleri soruşturması
aynı zamanda Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığı ve İstanbul Savcılığı tarafından birlikte yürütülen ilk ve tek soruşturma olması nedeniyle önem arz etmektedir(EK-4).Çünkü bu soruşturmanın haricinde kamuoyunun çok yakından aşina olduğu ve yüzlerce askeri ashen yargılanıp haksız yere tutuklanıp mahkum edildikleri Balyoz,Askeri Casusluk, Poyrazköy, Amirallere Suikast ,Andıç,28 Şubat, Ergenekon gibi davaların hiç birisi ile ilgili yetkili komutanlıklarca soruşturma emri verilmemiştir.Tüm bu soruşturma ve davalarda askeri yargının devre dışı bırakılmış olması,bu gün ben dahil dört yüz civarında subayın,seksene yakın general ve amiralin belirli cemaatlerin etkisinde olduğu iddia edilen
yargıç ve savcıların haksız,hukuksuz ve adil yargılanma hakkına asker muamelelerine maruz bırakılarak tüm gelecekleri yok edilmiştir.
Karargah Evleri soruşturması,MİT tarafından hazırlanmış olan ve
içerisinde emperyalist bir kalkışmaya karşı Hava Kuvvetleri
Komutanlığında görev yapan kırk civarında,subay,askeri öğrenci ve sivil memurun, İşçi Partililer ve Alevi Balaban Aşireti ile beraber silahlı
mücadele etmek üzere bir oluşum içerisinde oldukları bilgilerini icemen hiçbir somut ve hukuki delile dayanmayan bir belgenin Genelkurmay Başkanlığına gönderilmesi ile başlamıştır.(EK-5).Bu soruşturma bizzat benim tarafımdan yürütüldüğü için,rahatlıkla içerisinde yer alan iddiaların hiçbirisini doğrulayacak hukuki ve somut delil olmadığını ve bu belgenin,Türk Silahlı Kuvvetlerini kamuoyu nezdinde siyasi partiler ile iç içe,mezhep ayırımcılığı yapan,içerisinde illegal silahlı çetelerin olduğu bir
kurum gibi göstermeye yönelik bir komplo olduğunu da rahatlıkla
söyleyebilirim. Karargah Evleri soruşturmasının diğer bir özelliği de, Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı hazırlanmış ilk komplo olmasıdır.
MİT tarafından hazırlanmış bulunan Karargah Evleri belgesini
gereğinin yapılması amacıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının
03.04.2008 tarih 2007/1536 sayılı yazısı ile Genelkurmay Başkanlığına gönderen savcı Zekeriya ÖZ,daha sonra ne hikmetse bu konuda soruşturma başlatmıştır.İşte bu dönemde Askeri Savcılığımızca, belge içeriğini doğrulayabilecek kanıtların bulunmadığının tespit edilmesi üzerine, söz konusu belgeyi İşçi Partisinde yapılan bir aramada ele geçirerek gereği için Genelkurmay Başkanlığı’na gönderen ve kamuoyunda Ergenekon Terör Örgütü soruşturmasının savcısı olarak bilinen Zekeriya ÖZ’ün elinde bazı bilgi, belge, kanıt vs. olabileceği düşüncesi ile kendisiyle irtibata geçilmesinin yararlı olabileceği değerlendirilmiş ve benim ile Zekeriya ÖZ’ün bir araya gelmesi planlanmıştır. Askeri Savcılığımız, bu görüşmenin kamuoyunda duyulması halinde, bazı spekülasyonlara neden olabileceği düşüncesi ile zamanın Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Aydoğan BABAOĞLU’nu ve usulü çerçevesinde Genelkurmay Başkanlığı’nı bilgilendirmiştir. Temmuz 2008 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Beşiktaş Adliyesinde
Zekeriya ÖZ ile ben buluşarak, karşılıklı bilgi, belge alışverişlerinde
bulunmak amacıyla telefon görüşmesi yaparak mutabık kaldık(EK-6).
Ancak, bu buluşmaya ilişkin haberlerin Akşam Gazetesinde yer alması üzerine, günün koşulları da düşünülerek buluşma iptal edilmiştir.
Buluşma haberinin basında yer alması ve kamuoyunda çok dikkat
çekmesi üzerine, biz Hava Kuvvetleri Savcılığında büyük bir araştırma
yaptık,tüm telefon kayıtlarını inceledik,İsmail KÜÇÜKKAYA’yı tanık
olarak dinledik, fakat haberi verebilecek hiç kimseyi bulamadık.Bunun
üzerine Zekeriya ÖZ’e haberi siz mi verdiniz diye sordum.Kendisi bunu kabul etmedi.Bu olaylar yatıştıktan bir süre sonra, kendisi ile Beşiktaş Adliyesindeki odasında buluştuk.Odasında bana haberi yapan İsmail KÜÇÜKKAYA’nın telefonlarını dinlettiğini ve dönemin Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreteri Tümg.Zeki Salih ÇOLAK ile yaptığı telefon görüşmesinde de bilginin askeriyeden üst düzey bir görevlinin İsmail KÜÇÜKKAYA’ya verdiğini söylediklerini tespit ettiğini, bu nedenle kendisinin haberi basına vermediğini suçsuz olduğunu söylemiştir.Bana da İsmail KÜÇÜKKAYA’nın yaptığı telefon konuşmalarında söylediklerini yazan belgeyi gösterdi.Ben kendisinden bu belgeyi bana vermesini
istedim.Bana yasal bir dinleme olmadığı için veremiyeceğini
söyledi.Ancak ben komutanlara göstereceğim diye ısrar edince İsmail
KÜÇÜKKAYA’nın üzerini daksil ile kapatarak bu konuşmaya ilişkin
belgeyi bana verdi.Bu konunun doğru olduğunun diğer bir kanıtıda,
Soner YALÇIN’ın Samizdat adlı kitabının 379.sayfasında da Zekeriya ÖZ tarafından emekli albay Hasan Atilla UĞUR’a.‘’…Hava Kuvvetleri Askeri Savcısı beni aradı…Önüne dinleme tapesini attım.Orada Akşam Gazetesinde haberi yapan gazeteci ile Genelkurmayda yalanlama açıklaması yapan paşanın görüşmesi vardı….’’dedi diyerek yer almıştır(EK-7).
Bu olayı niçin anlattım.Askerler hakkında bir sürü asılsız iddiaları
gerçekmiş gibi soruşturup sayısız dava açan,onları suçsuz yere hapis
ettiren, ama buna rağmen, genel yayın yönetmeni mahkeme kararı
olmadan dinlenen Akşam Gazetesi tarafından demokrasi kahramanı
olarak tanıtılan ünlü savcı Zekeriya ÖZ’ün, sadece kendini temize
çıkarabilmek için bile kanunları,Anayasayı,hukuku yok sayıp Akşam
Gazetesi gibi büyük, ulusal bir gazetenin genel yayın yönetmenini ve
hatta Genelkurmay Başkanlığının en kritik görevlerinden birisini ifa eden Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreterini dahi gayrı yasal olarak dinletebileceğini, hukuksuzlukta sınır tanımadığını ve de neler
yapabileceğini kamuoyuna göstermek için anlattım.Bu belgeyi aynı
zamanda Karargah Evleri dosyasının 448.dizinine de Türkiye
Cumhuriyetinin en ünlü savcısının hukuksuzluğunun somut kanıtı olarak ibret olsun için koydum.Bana inanmayanlar Karargah Evleri dosyadaki bu belgeyi bizzat görebilirler.
Sayın savcı Zekeriya ÖZ Karargah Evleri soruşturması sırasında,
kendini savunmak adına hukuksuz dinlemeler yaparken,aynı zamanda
işine gelmeyen yasaları hükümet nezdinde yaptığı girişimler ile
değiştittirebilecek sihirli bir güce de sahiptir.Bilmeyenler için söylüyorum,
MİT tarafından hazırlanan Karargah Evleri şemasının bir numarası
olarak,Karaca Ahmet mezarlığında cenaze işlerinden sorumlu, hiç bir
şeyden haberi olmayan bir imam gösterilmiştir(EK-8).Savcı Zekeriya ÖZ tarafından, yaklaşık kırk kişiden meydana getirilmiş bulunan bu şemada ismi geçenlerden sadece ve sadece Alb.Cengiz KÖYLÜ’nün ifadesi
tespit edilmiş,ev ve işyerinde arama yapılmış ve tutuklanmıştır.Diğer 38 şüphelinin ne ifadeleri alınmış,ne ev ve iş yerlerinde arama yapılmış nede haklarında herhangi bir dava açılmıştır.Bir tek Alb.KÖYLÜ hakkında
silahlı terör örgütü ara yöneticisi olmak suçlaması ile adeta örgütsüz
örgüt lideri olarak dava açılmıştır.Biz tabi ki ortada tek bir hukuki ve
somut delil yokken, Alb.KÖYLÜ tutuklanınca çok şaşırdık.Hemen
Beşiktaş Adliyesine gittik.Alb.Köylü’yü niçin tutukladınız,yeni bir delil mi
buldunuz diye savcı Zekeriya ÖZ ve Fikret SEÇEN’e sorduk.Yanımda
yardımcı savcı Mehmet ÇELİK’de vardı. Zekeriya ÖZ “Artık birini
tutuklayalım dedik” diye cevap verdi. Düşünebiliyor musunuz,
Alb.KÖYLÜ’nün yaklaşık üç yıl sürecek olan tutuklama nedeni
buymuş.’’Artık birini tutuklayalım dedik’’ Bu cevap üzerine kendisine,
Askeri Savcılığımızca çok ayrıntılı soruşturma yürütülmesine rağmen,
MİT Müsteşarlığı tarafından hazırlanan belgede yer alan illegal
örgütlenmeye ilişkin hiçbir somut delil bulunamadığı, bu nedenle CMK
250. Maddesi gereği örgütlü suçlara bakmakla yetkili olmaları nedeniyle,
örgütsel bir ilişkisi somut delillerle tespit edilmemiş bulunan Türk Silahlı
Kuvvetlerinde görevli Kurmay Albay rütbesinde üst düzey bir subayı
gözaltına almaya ve tutuklamaya sevk etme yetkileri dahi bulunmadıkları
söyledim.MİT belgesi hazırlandıktan 22(yirmi iki) ay sonra gözaltına
alınması ve tutuklamaya sevk edilmesi işlemlerinin hukuki hiçbir
dayanağının olmadığı belirtim(EK-9). Bunun üzerine savcı Zekeriya Öz,
bir çok defalar Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığına geldiğini,
burada Ergenekon Soruşturması kapsamında suç işlediği değerlendirilen
muvazzaf askeri şahıslar ile ilgili görüşmeler yaptığını,soruşturma
kapsamına aldıkları asker şahıslar ile ilgili olarak dönemin Genelkurmay
Askeri Savcısı Alb. Cavit ÇALIŞ ile üst rütbeli subayların durumunu
konuştuğunu, Alb. Cavit ÇALIŞ’ın bu konuyu Genelkurmay Başkanlığı
Adli Müşaviri olan Tuğg. Hıfzı ÇUBUKLU ile görüştüğünü ve kendisine
“Muvazzaf Generaller hariç tüm askeri şahıslar ile ilgili tutuklama dahil
her türlü işlemi yapabileceğinin'' söylendiğini, bu nedenle de Alb.Cengiz NKöylü’nün tutuklanmasında bir sorun görmediğini beyan etmiştir.Ben sadece Zekeriya ÖZ’ün bize söylediklerini aktarıyorum. Ancak sayın
savcı ÖZ’ün Beşiktaş adliyesinden başsavcı yardımcılığı görevine
katılması sırasında yaptığı veda konuşmasında, Genelkurmay Başkanlığı
ile ilgili söylediği sözler ile bu söylediklerini birlikte değerlendirdiğimde,
Beşiktaş savcıları ile dönemin Genelkurmay Başkanlığı Adli Müşavirliği
arasında son derece vahim ve bir çok yanlış anlaşılmaya neden
olabilecek, örtülü bir anlaşma olduğu gibi bir kanaat oluşmaktadır.
Her neyse biz yinede kendilerinden, örgütsel bir suça ilişkin hiçbir
delil bulunmaması nedeniyle, Karargah Evleri soruşturması ile ilgili
görevsizlik kararı verilerek dosyanın Askeri Savcılığımıza gönderilmesi
talep ettik.Ancak bu konuda kendilerinin karar veremeyeceklerini, bu
konunun Başsavcı vekili Turan ÇOLAKKADI ile görüşülmesi gerektiğini,
çünkü kendilerinin Turan ÇOLAKKADI’nın talimatları doğrultusunda
hareket ettiklerini, onun talimatı dışında hareket etmelerinin mümkün
olmadığını beyan ettiler.Bizde bunun üzerine, İstanbul Cumhuriyet
Başsavcı Vekili Turan ÇOLAKKADI ve Ergenekon Terör Örgütü
soruşturmasını yürüten savcılar ile beraber toplantı yaptık.Bu toplantıda,
MİT belgesinde yer alan, Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde illegal bir
örgütlenmeye ilişkin olarak, gerek Askeri Savcılığımız, gerekse İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığınca hiçbir somut ve hukuki delil bulunamadığı,
bulunduğu takdirde Askeri Savcılığımızca soruşturma dosyasının
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına göndereceğimizi belirtilerek, hali
hazır durum itibarıyla bu soruşturmayı CMK.250 nci maddesinin 3
fıkrasının “…savaş ve sıkıyönetim hali dahil askeri mahkemelerin
görevlerine ilişkin hükümler saklıdır” hükmü gereğince Askeri
Savcılığımızın yürütmesi gerektiğini, dosyanın İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından görevsizlik kararı verilerek Askeri Savcılığımıza
gönderilmesi talep ettik. Ancak, başta Savcı Zekeriya ÖZ olmak üzere,
toplantıda bulunan savcılar bu talebimize itiraz ederek, MİT belgesinde,
illegal bir örgütlenmeden bahsedildiğini ileri sürürerek CMK 250 nci
maddesinin 1 fıkrası c bendi ve 3 ncü fıkrasının “Birinci fıkrada belirtilen
suçları işleyenler sıfat ve memuriyetleri ne olursa olsun bu Kanunla
görevlendirilmiş Ağır Ceza Mahkemelerinde yargılanır…” hükmü gereği
asker şahısları da soruşturmaya kendi savcılıklarının görevli olduğunu
söylemişlerdir. Bu tartışma sonuçlanmayınca, Başsavcı vekili Turan
ÇOLAKKADI her iki savcılığın da soruşturmayı yürütmesini, örgütsel bir
varlığın tespit edilememesi halinde İstanbul Cumhuriyet Savcılığının
görevsizlik kararı vermesini teklif etmiş ve bu karar ile toplantı
sonuçlandırılmıştır. Bu toplantı 10 Şubat 2009 tarihinde sayın Başsavcı

vekili Turan ÇOLAKKADI’nın odasında toplam sekiz savcı arasında
yapılmıştır(EK-10).Ancak bu toplantıdan sadece iki gün sonra,
12 Şubat 2009 tarihli Taraf Gazetesinde “Ergenekon Soruşturmasının
Önündeki En Büyük Engel Karargah Evleri Soruşturmasının Askeri
Savcılık Tarafından Yürütülmesidir” başlıklı bir haber yayınlanmıştır.
Bu haberde özellikle Askeri Savcılığın elinden Karargah Evleri
soruşturmasının mutlaka alınması gerektiğini, çünkü bu soruşturmanın
Askeri Savcılık tarafından yürütülmesinin Ergenekon soruşturmasını
tehlikeye düşürdüğü, bu amaçla askeri yargının devre dışı bırakılması
gerektiği,bunun için Anayasada değişikliğe gerek olmadığı, hükümete
düşen görevin bazı kanunlarda küçücük bir değişiklikler yapmak olduğu
yazılmıştır(EK-11).Bu haberden yaklaşık 5 ay sonra 09.07.2009 gün ve
27283 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5918 sayılı
Kanun ile CMK 250nci maddesinin 3ncü fıkrasının 2 nci cümlesinde yer
alan ‘hali dahil’ ibaresi küçük bir değişiklik yapılarak ‘halinde’ olarak
değiştirilmiştir. Böylece askeri yargının normal zamandaki yargılama
yetkisi elinden alınarak, sadece savaş ve sıkıyönetim halleri ile
sınırlandırılmaya çalışılmıştır. Ancak, dikkat çekici olan husus, bu
haberin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı ile görev tartışması
yapmamızın hemen akabinde Taraf Gazetesinde yer almış olması ve
gazetedeki öneri doğrultusunda, normal kanun tekliflerine ilişkin hiçbir
düzenlemeye uyulmadan, torba bir kanuna, gece yarısı yapılan bir
ekleme ile CMK 250 nci maddesi 3 ncü fıkrasında değişiklik yapılmış
olmasıdır.Bence güç budur.
Karargah Evleri soruşturmasının diğer bir özelliği de her şeyin
ilklerinin bu soruşturmada yer almasıdır(EK-12).Biz askeri savcılık olarak
çok kapsamlı bir soruşturma yapmamıza rağmen MİT tarafından
hazırlanan Karargah Evleri belgesinde yer alan iddialar ile ilgili tek bir
somut ve hukuki delil bulamayınca, belgeyi bizzat kaleme aldığını beyan
eden dönemin MİT Müsteşar yardımcısı ile MİT Müsteşarı Emre
TANER’den bu bilgileri nasıl tespit ettiklerini,hiç delil yokken niçin böyle
bir belge hazırlayarak Genelkurmay Başkanlığına gönderme ihtiyacı
duyduklarını falan sormak amacıyla ifadesini tespit etmek üzere Hava
Kuvvetleri Askeri Savcılığına davet ettim(EK-13). Ancak 82 yıllık MİT
tarihinde bir ilk olan bu talebimiz sayın Başbakan tarafından kabul
edilmemiştir.Sayın Başbakanın idari işlem niteliğinde olan bu yazısının
9
iptali için Milli savunma Bakanlığı tarafından dava açılması talebimde,
dönemin sayın Milli Savunma Bakanı tarafından kabul edilmemiştir.
Ben bu süreçte iki defa MİT Müsteşar yardımcı ile ve bir defa da
MİT Müsteşarı sayın Emre TANER ile buluştum.Her ikisi ile yaptığım
konuşmalarda, MİT tarafından hazırlanan Karargah Evleri belgesinin
duyumlara dayandığını(EK-14),ellerinde savcılığımızca internet sitesi
aracılığı ile sahte olarak oluşturulduğu 07.04.2009 tarihinde Turkcel ve
GES Komuatanlığı uzmanlarına hazırlattırılan bilirkişi raporu ile tespit
edilen telefon HTS’lerinden başka her hangi bir somut ve hukuki delil
olmadığı bilgisini aldım.Kendilerine,duyumlara dayalı, teyit edilmemiş
bilgileri içeren Karargah Evleri belgesi nedeniyle bir albayın aylardır
tutuklu olduğunu,on bir Hava Harp Okulu öğrencisinin ilişiklerinin
kesildiğini,en iyi F-16 pilotlarının asılsız suçlamalara maruz
bırakıldıklarını hatta terfilerine bile etkili olduğunu,tayinlerin yapıldığını
söylediğimde ‘’Üzgün olduklarını’’söylemişlerdir(EK-15).Ben Karargah
Evleri soruşturmasının gerçek amacının, Türkiye Cumhuriyeti ve
Anayasasının koruyucusu olan Türk Silahlı Kuvvetlerini kamuoyu
nezdinde itibarsızlaştırarak etkinliğini erozyona uğratmak ve akabinde
oluşturulacak yeni ortamda Anayasayı değiştirmek olduğu kanaati ile bu
amaç doğrultusunda hareket ettiğini değerlendirdiğim bazı savcıları,MİT
mensuplarını,asker ve sivil şahısları kapsayan bir iddianame
hazırlamaya başladım.Ancak bu iddianameyi mahkemeye sunamadan
tutuklandım.
Aslında askeri yargının görev alanının daraltılması çalışmaları
sadece bu dönem ile sınırlı kalmamıştır.Sayın Yaşar Büyükanıt ve İlker
Başbuğ’un görev yaptıkları dönemde, askeri yargının en temel
kanunlarından birisi olan 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve
Yargılama Usulü Kanununun 261 maddesinin, 238 madde ve fıkrasında
değişiklik yapılmıştır (EK-16).Böylece askeri mahkemelerin bütün
yetkileri elinden alınmış ve adeta görev yapamaz hale getirilmeye
çalışılmışlardır.
Aslında tüm bu yasal düzenlemelere rağmen,Askeri yargının bu
süreç dışında tutulması yinede hukuksuzdur.Bugün itibarıyla,tüm bu
soruşturma ve davaların amacının, Türk Silahlı Kuvvetlerini Türkiye’nin
siyasi hayatından çıkarmak ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin yeniden
yapılandırılmasına ortam sağlamak amacıyla yapıldığı konusunda
10
herkesin hem fikir olduğu bu süreç içerisinde yer alan davaları
incelediğimizde de, askeri yargının dışlanmasının hukuksuz olduğu açık
olarak görülmektedir.
Poyrazköy davasında, ihbar üzerine yapılan kazılarda aidiyeti
kime ait olduğu belli olmayan bir kısım mühimmatın bulunması bahane
edilerek,mühimmat üzerinde parmak izi ve DNA’sı bulunmayan
2 amiral,9 subay 3 astsubay hakkında hükümeti devirmek amacıyla
silahlı örgüte üye olmak suçlaması ile Beşiktaş adliyesi hakim ve
savcılarınca dava açılmıştır.Bu soruşturma kapsamında tutuklanan
3 subay, 3 yıl 5 aydır tutuklu bulunmaktadırlar(EK-17).Bu davada da,
kazılarda bulunan mühimmatın bu asker kişiler tarafından birliklerinden
alındığı iddiasının gerçek olduğunu varsaysak bile, 14 muvazzaf askerle
hükümet devrilemeyeceğine göre, bu suçta ancak askeri eşyayı çalmak
ve askeri isyan suçu olabilir ki, bu suçların yargılama görevi de kesin
olarak askeri yargıya aittir.
Kafes Eylem Planı davası, adeta Poyrazköy davasının bir devamı
niteliğinde yaratılmış bir komplodur.Çünkü, sözde Kafes Eylem Planının
yer aldığı iddia edilen DVD bulunmadan önce, Beşiktaş savcıları
tarafından, bu iddianamede adı geçen sanıklara, Kafes Eylem Planı ile
ilgili sorular sorulmuştur.Bu komplo davası kapsamında Türkiye’de
yaşayan,Ermeni ve Yahudi kardeşlerimize suikast yapacakları iddiası ile
tutuklanan üç subay 7 ay 12 gün tutuklu kalmışlardır (EK-18).Bu davada
da klasik Beşiktaş adliyesi suçlaması olarak 2 amiral,15 subay ve 13
astsubay hakkında hükümeti devirmek amacıyla silahlı örgüt kurmak ve
üyesi olmak suçlaması ile dava açılmıştır.Bu iddiaların gerçek olduğunu
varsaysak bile 30 muvazzaf asker ile hükümet devrilemeyeceğine
göre,bu asker şahısların eylemleri,askeri isyan ve adam öldürmeye
teşebbüs etmek suçlarını oluşturabilir ki, bu suçların yargılama görevi de
askeri yargıya ve ağır ceza mahkemelerine aittir.
Islak İmza davası, kamuoyunu en çok meşgul eden davalardan
birisi olmasına karşın,en kötü planlanmış komplolardan birisidir.Bu
davada Genelkurmay Başkanlığında görevli bir subayın, tek başına
‘’ İrtica ile Mücadele Eylem Planı ‘’ isimli tarihsiz bir plan hazırlayarak,
hükümeti devirmek amacıyla silahlı örgüt üyesi olduğu iddiasını öne
sürülerek, Beşiktaş adliyesi hakim ve savcılarınca dava
açılmıştır.İddianamede başkaca asker kişi yer almamaktadır.O halde
acaba tek bir subay tek başına nasıl hükümeti devirecektir(EK-19).
11
İddianamede yazılı olan suçlamaların gerçek olduğunu kabul etsek bile,
bu subayın tek başına gerçekleştirdiği bu eylemi, ancak memuriyet
görevini kötüye kullanmak suçunu oluşturabilir.Bu suç da Askeri Ceza
Kanununun 144.maddesi delaletiyle askeri bir suç sayılmış olup, bu
davaya bakmakla askeri yargı görevlidir.Ancak,Beşiktaş hakim ve
savcıları yine Askeri Ceza Kanununu,askeri yargıyı ve hukuku yok
sayarak bu subayı tutuklamış ve aradan yaklaşık 2,5 yıl geçmesine
rağmen serbest bırakmamıştırlar.
Amirallere Suikast davası ise, kanaatimce Beşiktaş adliyesi
hakim ve savcılarının, askeri yargıyı yok saymalarının ve hukuk
tanımazlıklarının zirvesidir(EK-20).Çünkü bu davada, teğmen
rütbesindeki 17 subayın, amirleri konumunda olan orgeneral
rütbesindeki Deniz Kuvvetleri Komutanını öldürmeye teşebbüs ettikleri
iddiası ileri sürülmektedir.Eğer bu iddia gerçekse, bu suç tam olarak
Askeri Ceza Kanununun 91.maddesinde tarif edilen ‘’Amiri öldürmeye
teşebbüs etmek ‘’ suçunu oluşturur ki,bu suçu yargılama görevi hiç
şüphesiz askeri yargının görevidir.Ama Beşiktaş adliyesinin hakim ve
savcıları bu davada da, Askeri Ceza Kanununu, Anayasal bir kurum
olan askeri yargıyı ve hukuku yok sayarak sadece ve sadece kendilerini
görevli yargı merci kıldırabilmek için, sözde bu eylemleri de hükümeti
devirmek amacıyla silahlı örgüt üyesi olmak olarak saymışlardır.
Askeri Casusluk ve Şantaj davası, yandaş medya tarafından,
Türk Silahlı Kuvvetlerini kamuoyunun gözünde aşağılamak amacıyla,
büyük bir iştahla işlenmiş en aşağılık,en seviyesiz komplodur.Bu davada
TSK personeli kendi ordusunun sırlarını düşmana satan, kadınları
kullanarak şantaj yapan,kadın pazarlayan aşağılık kişilik sahibi insanlar
olarak gösterilmek istenmiştir.(EK-21) Bu dava kapsamında 43
muvazzaf asker hakkında dava açılmış, 12 muvazzaf asker ise, Beşiktaş
adliyesi hakim ve savcılarınca TCK.nun 326,327 ve 334 maddelerinde
yer alan devletin güvenliğine ilişkin belge ve bilgileri temin etmek,gizli
kalması gerekli bilgileri açıklamak suçlarını işledikleri iddiası ile
tutuklanmışlardır.
(EK-22).Oysaki, Askeri Ceza Kanununun Vatan Aleyhine Cürümler
başlığını taşıyan 54.maddesi çok açık olarak TCK.nun 326,327 ve 334
maddelerinin askeri suç olduklarını ve bu suçlara bakmaya askeri
mahkemenin görevli olduğunu düzenlemiştir(EK-23).Hatta bu dava
kapsamında tutuklanan Yzb.Esin Tolga UÇAR, As.C.K.nun 54.maddesi
12
delaletiyle devletin güvenliğine ilişkin belge ve bilgileri temin etmek,gizli
kalması gereken belgeleri açıklamak suçlarının, askeri suç olduklarını ve
bu suçlara ilişkin yargılama görevinin, askeri mahkemelerin görevi
olduğunu, bu nedenle hakkında Donanma Komutanlığı Askeri
Savcılığınca soruşturma açılması talebi ile 20 Ocak 2011 tarihinde
dilekçe yazarak Donanma Komutanlığına müracaat etmiştir.Donanma
Komutanlığı da 17 Şubat 2011 tarihli cevabi yazısında TCK.328
maddesinde yer alan suçun adliye mahkemelerinde görülecek suçlardan
olmadığını,bu suça ait davalara bakma görevinin askeri mahkemelere
ait olduğunu bildirmiştir.Ancak, nedendir bilinmez, bu suçlara bakma
görevi askeri yargıya aittir diyen Donanma Komutanlığınca, bugüne
kadar herhangi bir soruşturma açılmamıştır.
Bu davaya ilişkin olarak geçtiğimiz günlerde İstanbul 11.Ağır Ceza
Mahkemesi 43 muvazzaf ve 24 emekli asker ve sivil hakkında
yargılamayı tamamlayarak TCK.nun 326,327,328,329,330 ve 334.
maddelerinden muhtelif cezalar vermiştir.Mahkeme başkanı hükmü
açıklamadan önce yaptığı konuşmada özet olarak ‘’Türk hukuk tarihinde
bir ilki gerçekleştirdiklerini,bir mahkemede ilk defa devletin güvenliğine
ilişkin belgeler ile ilgili karar verildiğini,bu nedenle bazı hatalar yapmış
olabileceklerini,ancak bir hata varsa Yargıtay’da düzeltilebileceğini.’’
söylemiştir.Ben şimdi bu konuşmanın neresini eleştireyim.Bugüne kadar
askeri yargının devletin güvenliğine ilişkin onlarca karar verdiğini mi
söyleyeyim,yoksa bunu bilmemesi imkansız olan 11.Ağır Ceza
Mahkemesi Başkanının Türk hukuk tarihi içerisinde askeri yargıyı
görmezden gelip yok saymasını mı söyleyeyim,yoksa bu suçlara bakma
görevinin askeri yargıya ait olduğunu söyleyip soruşturma emri
vermeyip komplo olduğu ta başından belli olan bu yargılama sürecinde
suçsuz, masum, kahraman askerlerini, haklarında cemaat üyesi
oldukları dair bir çok basın yayın organında iddialar bulunan, görevsiz
mahkemelerin insafına terk eden, nezdinde askeri mahkeme kurulmuş
bulunan yetkili komutanlıkların vicdanlarına mı haykırayım.
Tüm bunlardan ders alınmamış olacak ki aynı komplo bu defada
İzmir’de tekrarlanmaktadır. Tıpkı iki yıl önce olduğu gibi aynı tezgah
devreye sokulmuş, bir çok general, amiral, subay, astsubay,emekli
askerler,kesin olarak askeri yargının görevine giren devletin güvenliğine
ilişkin belgeler ile ilgili suçlar olan TCK.326,327,328,329,330 ve
334.maddelerinden haklarında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca
13
yürütülmekte olan soruşturma kapsamında tutuklanıp hapis
edilmektedirler.Buna karşın ise,basında yer alan haberler üzerine
Genelkurmay Başkanlığı Adli Müşavirliği soruşturmanın askeri yargının
görev alanına girdiğini açıklamak yerine ,tutuklamaların casusluk
nedeniyle değil devletin güvenliğine ilişkin belgelere ait suçlardan
olduğunu basın bildirisi ile duyurarak, adeta görevsiz olan sivil yargının
uygulamalarını,askeri yargının görevlerinin gasp edilmesini
onaylamaktadır.Yazıktır,günahtır.Bu insanlara yapılan bu zulüm sadece
Anayasamızın doğal hakim ilkesine,Askeri Ceza Kanununun
54.maddesinin amir hükmüne aykırı değildir.Bu yaklaşım aynı zamanda
demokratik hukuk devletinin temel ilkelerine ve en temel insan haklarına
aykırıdır.Sayın komutanlar,değerli askeri yargıçlar, savcılar sizlere
sesleniyorum,hukuk bir gün hepimize lazım olacak,askeri yargınıza
hukuki haklarımıza sahip çıkın,yoksa bir gün sizinde ihtiyacınız
olduğunda ,tıpkı Hitler Almanya’sın da anlatılan hikayedeki gibi bir de
bakacaksınız ki, etrafınızda hiç kimse kalmamış.
Balyoz davası, kanaatimce Türk hukuk tarihine kara bir leke
olarak geçecek, tam anlamıyla skandal bir davadır. Bu davanın
hukuksuzluğuna ilişkin somut deliller ortaya kondukça, Nasrettin
Hocanın kazanı misali,sürekli yeni hukuksuzluklarla dolu, yeni davalar
doğuran skandallar bütünü bir davadır.Bugüne kadar Balyoz 1,Balyoz 2
ve son olarak da Balyoz 3 olarak hukuk skandalları tarihindeki yerini
almıştır.
Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapan yaklaşık 40.000 subay ile
80.000 astsubayın onayı, hatta bilgisi ve haberi olmadan Balyoz 1
iddianamesinde sanık olan 196, Balyoz 2 iddianamesinde sanık olan 28
ve Balyoz 3 soruşturması kapsamında 143 şüpheli olmak üzere toplam,
sadece ve sadece 367 subay ve astsubayın darbe yaparak hükümeti
devireceği iddia edilmektedir(EK-24).Yandaş mütareke basını da, bu
skandal ötesi suçlamaları, bir çok düşman devletinin medyasının dahi
yapmayacağı derecede aşağılık ve düşmanca bir tutum ile Türk Silahlı
Kuvvetlerini kamuoyu nezdinde küçük düşürmek amacıyla, hunharca bir
karalama kampanyasına dönüştürmüştür.
Burada ilk akla gelen soru şudur,madem yukarıda saydığın tüm bu
sözde suçlamalar askeri suç ve de askeri yargının görevine giriyordu da
niçin Hava Kuvvetleri savcısı olarak benim tarafımdan yürütülen
Karargah Evleri soruşturması dışında hiçbir askeri mahkemede herhangi
14
bir dava açılmamıştır(EK-23).Hatta Donanma Komutanlığı Adli
Müşavirliğinin 17 Şubat 2011 tarihli yazısında ‘’adli yargı görevli
değildir,askeri yargı görevlidir ‘’ diye cevap verilmesine rağmen niçin
herhangi bir askeri mahkemede tek bir dava bile açılmamıştır?Bilindiği
üzere 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü
Kanununun 95/3 maddesi (EK-25) ‘’Teşkilâtında askerî mahkeme
kurulan kıt'a komutanı veya askerî kurum amiri, suç evrakını
inceledikten sonra askerî savcıya gönderir ve şüphelinin
tutuklanmasını isterse bu husustaki istemini de bildirir.’’ amir hükmü
gereğince, askeri savcılıklara herhangi bir dava ile ilgili soruşturma
açma emrini, teşkilatında askeri mahkeme kurulan komutan verir.Askeri
savcılar, suçüstü halleri hariç kendiliklerinden dava açamazlar.Yani
komutanın dava açılması için, mutlaka soruşturma emri vermesi
gereklidir.
2008 yılında, Kara Kuvvetlerindeki Karargah Evleri yapılanması
içerisinde bulundukları iddiası ile Beşiktaş adliyesi savcıları tarafından
beş teğmen ve Harp Okulu öğrencisi tutuklandı.Beş teğmenin
tutuklanması ile başlayan bu süreçte, ben de Hava Kuvvetleri içerisinde
var olduğu iddia edilen Karargah Evleri soruşturmasını yürüten
savcıydım.Beş teğmen ile ilgili soruşturmanın da hukuki irtibat
bulunması nedeniyle askeri savcılık olarak soruşturmanın bana
verilmesi için Genelkurmay Başkanlığı Adli Müşavirliğine gittim. Ancak
benim, bu soruşturmaların askeri yargının görevine girdiğini,beş
teğmenin tutuklanmasının Türk Silahlı Kuvvetlerini test etmek amaçlı
olduğunu ve, bu soruşturmayı görevsiz olan Beşiktaş adliyesine
bıraktığımız takdirde, tutuklamaların artarak devam edeceğini beyan
etmeme ve hukuki delillerle desteklenen bu ikazlarıma rağmen dönemin
Genelkurmay Başkanı olan sayın Yaşar Büyükanıt tarafından dikkate
alınmamıştır.Bana biz bu işe karışmayacağız denilerek, soruşturmanın
Beşiktaş savcılarınca sürdürüleceği bildirilip, soruşturma emri
verilmemiştir.Bu olayın akabinde, Beşiktaş adliyesinde görevli savcılar
yavaş yavaş soruşturma kapsamına aldıkları askeri şahısların rütbelerini
yükseltmeye başlamışlardır.Daha sonra, göreve gelen sayın İlker
Başbuğ’da aynı tutumu devam ettirmiştir.Askeri yargı ısrarla
soruşturmaların dışında tutulmuştur.Sayın Başbuğ’un dönemi
kanaatimce, Türk Silahlı Kuvvetleri tarihinde, personelinin en acımasız
hukuksuzluklara, aşağılanmalara ve zulümlere maruz kaldığı dönem
15
olmuştur.Beş teğmen ile başlayan bu süreç,sayın Başbuğ
döneminde,ikisi orgeneral olmak üzere toplam 54 general/amiral,
140 subay ve 3 astsubayın haksız yere tutuklanmalarına kadar
varmıştır(EK-26).
Görevsiz olan mahkemelerin hakim ve savcıları tarafından kozmik
odalar, donanma karargahları, istihbarat odaları, harekat merkezleri
aranmış, Türk Silahlı Kuvvetleri personeli darbeci, casus, fuhuşçu,
suikastçı,kadın pazarlamacı, çocuk pornocusu, sahte çürük raporcusu,
yağmacı,şantajcı, adam öldürmeye azmettirici gibi aşağılık suçlamalarla
hapse atılmışlardır.Yukarıda ayrıntıları ile izah ettiğim üzere, askeri
yargının görevine giren suçlamaların hepsine sessiz kalınmış ve hiçbir
askeri savcılığa soruşturma emri verilmemiştir.Böylece, Türk Silahlı
Kuvvetleri personeli ,kontrolü altında olan basın yayın kuruluşları
aracılığı ile Türk Silahlı Kuvvetlerine kin kusan yayınlar yapan
komplocuların kamuoyunu yanlış yönlendirmelerinin de etkisiyle,
kanunlara göre görevsiz ve yetkisiz olan hakim ve savcıların insafına
teslim edilmişlerdir.Bu süreci o dönemin Genelkurmay Başkanlığı Adli
Müşavirliği ne yazık ki iyi yönetememiştir. Ben 2010 yılının başında,
sayın Genelkurmay Başkanına,Kara,Hava, Deniz Kuvvetleri Komutanları
ile Jandarma Genel Komutanına mektup yazdım.Hukuk skandalları ile
dolu olan bu sürecin, Genelkurmay Adli Müşavirliğince iyi
yönetilemediğini söyledim.Özellikle Askeri Yargıtay üyelerine ve
üniversite hocalarına danışılarak hukuki yardım alınmasını
önerdim.Askeri yargının görevine giren, ancak görevsiz ve yetkisiz çeşitli
sivil savcılıklarca yürütülen soruşturmalar ile ilgili olarak, askeri
savacılıklarca paralel soruşturma yürütülmesi için, soruşturma emirleri
verilmesini önerdim.Askeri savcılıklarca yapılacak soruşturmaların
akabinde de, aynı suç iddiaları ile ilgili olarak hem askeri yargıda hem
de adliye mahkemelerinde dava açılmış olacağını belirttim.Böylece adli
ve askeri yargı mercileri arasında olumlu görev uyuşmazlıklarının
meydana geleceğini ve bu durumda da görevli mahkemenin tespiti ve
görev konusunda kesin çözüm için, Uyuşmazlık Mahkemesine gidilerek
gerçek görevli mahkemelerin tespit edilebilmesine olanak sağlanmasını
istedim.Fakat dönemin Genelkurmay Başkanı sayın İlker Başbuğ ve
kuvvet komutanları tarafından, bu önerilerimin hiç birisi dikkate
alınmamıştır. Görevsiz ve yetkisiz sivil savcılıklar ve mahkemelerce
yürütülen soruşturmalar ve kovuşturmaların hiçbirisi ile ilgili olarak askeri
16
savcılıklara soruşturma emri verilmemiştir.Hatta, ne acıdır ki,kendisine
gönderdiğim mektubum,Fetullah Gülen cemaatinin yayın organlarından
birisi olduğu iddia edilen Bugün gazetesinde, sürmanşetten
yayınlanmıştır.Ama kaderin ne acı oyunudur ki, sessiz kalarak,bu süreci
kötü yöneterek,asılsız suçlamalara ve iftiralara hedef olan yüzlerce
muvazzaf ve emekli askerin tutuklanmasına bilerek veya bilmeyerek
katkıda bulunan Genelkurmay Adli Müşaviri ve sayın İlker BAŞBUĞ da,
benzer suçlamalara maruz kalmış ve tutuklanarak Hasdal ve Silivri
Cezaevlerine konulmuşlardır.
Ben başta Balyoz ve benim yargılandığım Kayseri’deki Işık Evleri
davası ile İstanbul 11.Ağır Ceza Mahkemesinde görülmekte olan çeşitli
suçlardan açılmış olan hakkımda ki dava dahil, yukarıda kısaca
bahsettiğim tüm davalarda askeri yargının görevli olduğuna dair iddiamı
ısrarla sürdürdüm.Askeri yargının görevine girmesinden dolayı,
Uyuşmazlık Mahkemesi Kanununun 10.maddesine istinaden, olumlu
görev uyuşmazlığının kesin olarak çözümlenerek görevli yargı merciinin
tespiti için, uyuşmazlık çıkarma istemeye yetkili Askeri Yargıtay
Başsavcısı makamı olarak,dosyanın incelenerek Uyuşmazlık
Mahkemesine müracaatımızın sağlanabilmesi için dosyanın incelenmek
üzere, Askeri Yargıtay Başsavcılığına gönderilmesini talep ettim(EK-27).
Ancak kendisini Türk hukuk sisteminin üzerinde gören bu mahkemelerce
taleplerimin hepsi hukuksuz olarak red edilmiştir.Hatta ben doğrudan
Askeri Yargıtay Başsavcısına durumum anlatan dilekçe yazdım(EK-28).
Bu dilekçem üzerine sayın Askeri Yargıtay Başsavcısı Uyuşmazlık
Mahkemesi Kanununa istinaden dosyanın kendisine gönderilmesini
10.Ağır Ceza Mahkemesinden üç defa talep etmiş olmasına rağmen, bu
taleplerine cevap verilmeye dahi tenezzül edilmemiştir.Bunun üzerine de
sayın Askeri Yargıtay Başsavcısı ilgili mahkeme heyetini gereği
yapılmak üzere Hakim ve Savcılar Yüksek Kuruluna bildirmiştir.
İstanbul 11.Ağır Ceza Mahkemesinde hakkımda çeşitli suçlardan
yürütülmekte olan olan davada ise, görev konusunda hukuk tarihine
geçecek bir skandal yaşanmıştır.Ben,askeri hakimlerin görevleri
sırasında ve görevleri ile ilgili suçlara ilişkin davalara Askeri Yargıtay’ın
görevli olduğuna ilişkin olarak, 6318 sayılı Kanun ile Askeri Hakimler
Kanununun 25.maddesinde yapılan değişiklik üzerine mahkemenin
görevsizlik kararı vererek dava dosyasını Askeri Yargıtay’a
göndermesini talep ettim. Bu davanın İddianamesinde işlediğim iddia
17
edilen eylemlerin neredeyse tamamının görevim sırasında, görevimle
ilgili sıfatımı kullanılarak işlediğim iddiası yazılmış olmasına ve bu
suçların tamamının Askeri Ceza Kanununda da yer almasına karşın,
mahkeme görevsizlik kararı verilmesi talebimizi ret etmiştir.Ret kararını
aynen ara kararda yazıldığı gibi aktarıyorum(EK-29)
‘’…1600 sayılı Askeri Yargıtay Kanununun 16.
maddesindeki Askeri Yargıtayın Genel Görev ve Yetkileri
Kapsamında; "... Askeri Yargıtay Başkanının, Başsavcısının,
ikinci Başkanın, Daire Başkanlarının ve üyelerinin Askeri
Yargıya tabi şahsi suçlarına ilişkin ceza davalarının ve kamu
davası ile birlikte bu suçlardan doğan istirdat ve tazminat
davalarını ilk ve son yargı yeri olarak bakmak" düzenlemesinin
yer aldığı,
6318 sayılı yasayla değişik 357 sayılı Askeri Hakimler
Kanununun 25. maddesi ile yukarıda sözü edilen Askeri
Yargıtay’da yargılanacaklar kapsamının genişletildiği, bunun
dışında Askeri Yargıtay’ın görev kapsamında bir değişiklik
yapılmadığı ve Askeri Yargının görev kapsamı ile sınırlı kalmaya
devam ettiği,
Sanıklara atılı suçların CMK 250. Maddesinin l/b, c
maddelerinde düzenlenen suçlardan olduğu, CMK'nın 250/3.
maddesinin 2. cümlesinde sözü edilen "Anayasa Mahkemesi ve
Yargıtay’ın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler... saklıdır"
hükmünün bulunduğu,
Bütün bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde; 357 sayılı
Askeri Hakimler Kanununun 25. maddesinde yapılan değişikliğin
CMK 251/1. maddesinde belirtilen suçlarla ilgili yargılama yapma
görevinin CMK 250 ile yetkili Mahkemelerine ait olma
düzenlemesini ortadan kaldırmadığı, bu anlamda yeni bir değişiklik
bulunmadığı ve Mahkememizin davaya bakmakla görevli olduğu
anlaşılmakla GÖREVSİZLİK KARARI VERİLMESİ YÖNÜNDEKİ
TALEPLERİNİN REDDİNE oybirliği ile karar verildi.’’gerekçesi ile ret
edilmiştir.Burada Askeri Yargıtay’ın görev kapsamında değişiklik
yapılmadı gibi saçmalıkları bir kenara bıraksak da ,ikinci paragrafta yer
alan ifadeden açık olarak sayın mahkeme heyetinin Askeri Yargıtay’ı
CMK.nın 250/3.maddesinin 2.cümlesindeki manada bir yüksek
mahkeme,Yargıtay olarak kabul etmemektedir.Kararın en can alıcı
18
bölümü bu kibirli, aşağılayıcı, tepeden bakıştır.Askeri yargının en üst
kurumu olan ve Anayasa ile ihdas edilmiş Askeri Yargıtay, ne yazık ki
tıpkı Balyoz davasına bakan 10.Ağır Ceza Mahkemesi gibi bu mahkeme
tarafından da yok sayılmaktadır.
Huzurunuzda görülmekte olan davanın asıl konusunu teşkil eden
suçlamaların kaynağı, Hava Kuvvetleri Komutanlığı askeri savcısı olarak
Kayseri 2.Hava İkmal Bakım Merkez Komutanlığında görevli olan üç
astsubay hakkında yürüttüğüm soruşturmadır.Bu soruşturma sırasında
işlediğim iddia edilen suçlar ile ilgili olarak heyetiniz huzurunda görülen
davanın yanı sıra Kayseri 2.Ağır Ceza Mahkemesinde de bu soruşturma
sırasında üç astsubaya işkence yaptığım suçlaması ile başka bir dava
daha görülmektedir.Düşünün askeri savcıyım,askeri savcı olarak
yürütmekte olduğum bir soruşturma sırasında askeri savcılık görevim ile
ilgili bir suç işliyorum,fakat ben ne hikmetse askeri yargı yerine adli
yargıda yargılanıyorum.Peki sorarım sizlere askeri yargı bu kadar mı
yok hükmündedir(EK-30).Kaldı ki Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığı bu
dosya hakkında daha önce görevsizlik kararı vererek Genelkurmay
Başkanlığına göndermiş ve yine benim görevsizlik talebimi red eden bu
mahkeme tarafından,(EK-31) benim, söz konusu işkence suçu ve görevi
kötüye kullanma suçu gibi bir suçtan dolayı yargılanacak olsam dahi
Askeri Yargıtay da, yani yetkili ve görevli mahkeme olarak adli yargının
olmadığı bir mahkemede yargılanacağımın sabit olduğu konusunda
karar alıp gerekçeli kararında yazmış olmasına rağmen,daha sonra
yapılan heyet değişikliği ile anlaşılamaz gerekçeler ile görevsizlik
taleplerimiz ret edilmiştir.Hatta Anayasa Mahkemesinin Askeri Hakimler
Kanununun 25.maddesini iptal etmesine ve de Anayasa Mahkemesi
kararı doğrultusunda Askeri Hakimler Kanununda değişiklik yapılmasına
dair kanun teklifi Türkiye Büyük Millet Meclisinde onaylanmak
üzereyken,tıpkı Askeri Yargıtay Daireler Kururlunun yasanın bekletici
mesele yapılması gerektiği yönündeki 09.02.2012 tarihli kararını da
örnek göstererek en azından kanunun yasalaşmasının bekletici mesele
yapılması talebimiz kabul görmemiş ve kanun yasalaşmadan 38 gün
önce alelacele mahkumiyet kararı verilmiştir.Bu da yetmezmiş gibi birde
işlendiği iddia edilen suç tarihinden tam olarak 3 yıl 4 ay 16 gün sonra
hakkımda tutuklama kararı verilmiştir.Bu nasıl bir mahkemedir ki,beni
mahkum edip tutuklamaya bu kadar isteklidir.
19
Huzurunuzdaki davanın da temeli olan Kayseri 2.HİBMK.lığındaki
soruşturmanın Işık Evlerinde yetiştiklerini beyan eden üç astsubay ile
ilgili olduğu göz önüne alındığında,ben aslında mahkemenin niçin bu
kadar aceleci ve beni mahkum etmeye bu kadar çok istekli olduğunu
tahmin edebiliyorum.Tüm bu davaların sebebi olan ve benim tarafımdan
yürütülen Kayseri 2.HİBMK.lığındaki soruşturmanın kapsamı(EK-32) ;
- 2.HİBMK.lığına ait askeri bir yazışmayı içeren emrin izinsiz
olarak birlik dışına çıkarılması,
- 2.HİBMK.lığından izinsiz olarak çıkarılan bu emrin üzerinde
değişiklikler yapılarak Kayseri’de ki bazı işyerlerine gönderilmesi,
- 2.HİBMK.lığından izinsiz olarak çıkarılan bu emrin üzerinde
değişiklikler yapılarak,Karargah Evleri soruşturmasında adı geçen ve
Ergenekon Terör Örgütü Üyesi olmaktan tutuklu Alb.Cengiz KÖYLÜ’ye
yardım yapılmasını içeren emir haline getirilerek,personel şube
müdürünün şifresini bilgisi dışında kullanmak suretiyle, Hava Kuvvetleri
Komutanlığının resmi yazışma sistemi olan DYS(Doküman Yönetim
Sistemi) sokarak resmiyet kazandırılması,
- 2.HİBMK.nı Tümg.Rıdvan ULUGÜLER’e tahsis edilmiş
bulunan resmi cep telefonunun dinlenerek bazı internet sitelerinde
yayınlanması,
- 2.HİBMK.lığında yapılan bir toplantının belge ve sunularının
izinsiz olarak birlik dışarısına çıkarılması ve internet sitesinde
yayınlanması,
Bu soruşturma kapsamını incelediğimizde bize çok tanıdık gelen
bir çok hususun yer aldığını görmekteyiz. Son birkaç yıldır gündemi
takip eden herkes ,internet sitelerinde yer alan gayri yasal yollardan elde
edilmiş telefon konuşmalarını,çalınan binlerce askeri belgeyi ve de
özellikle askeri birliklerde çeşitli ihbarlar sonucu bulunan hiç kimsenin
haberdar olmadığı çeşitli sahte emirleri ve benzeri olayları kolaylıkla
hatırlayacaktır.Yandaş medya kuruluşlarının, özellikle donanmanın
kalbinde çıkan belgeleri demi polis koydu ,emekli albayın evinden çıkan
darbe planları gibi haberlere konu olan ,sahte emirlerin nasıl askeri
birliklere yerleştirildiğinin en güzel örneği bu soruşturma ile ortaya
20
çıkarılmıştır(EK-33).Bu soruşturma kapsamında şüpheli sıfatıyla farklı
avukatların huzurunda ifadesi tespit edilen astsubay, Fetullah GÜLEN
Cemaati üyesi olduğunu,Işık Evlerinde yetiştiğini ve TSK personeli
hakkında Fetullah GÜLEN Cemaati adına alevi Sünni oruç tutan
tutmayan,namaz kılan kılmayan,kumar-kadın düşkünü gibi bilgi
toplayarak fişleme yaptığını ve TSK’ni kamuoyunda Ergenekon Terör
Örgütü olarak bilinen örgüt ile ilişkili göstermek amacıyla, resmi emirleri
çaldıklarını ,sahte emirler üreterek bu emirleri TSK’nin resmi yazışma
sistemine soktuğunu beyan etmiştir.Astsb.Ali BALTA tarafından,amiri
olan Personel Şube Müdürünün şifresini bilgisi dışında kullanarak DYS
sistemine sokup resmiyet kazandırmaya çalıştığı Alb.KÖYLÜ’ye yardım
konulu emrin ,2.HİBMK.nı tarafından Garnizon Komutanı sıfatıyla
Kayseri’de bulunan ve tüm askeri birliklere yayınlanan Askerlerin
Gitmesi Yasak Yerler Konulu emirden bilgisayarda taranarak yeniden
oluşturulduğu,yine Kayseri’deki askerlerin gitmesinin yasaklandığı çeşitli
iş yerlerine gönderilen emrin de, aynı emrin bilgisayarda taranarak
değiştirilip Emniyet Müdürlüğü tarafından bu yerlerin belirlendiğine ilişkin
bölümü çıkarılmak suretiyle yeniden düzenlenen emir olduğu Jandarma
Kriminalde incelenerek kesin olarak uzman raporu ile tespit edilmiştir
(EK-34-35-36-37-38).İşte ben askeri savcı olarak bu soruşturma
kapsamında Fetullah Gülen Cemaati üyesi olduğunu söyleyen
astsubayların yaptıklarını ortaya çıkarmaya başlayınca,Ahmet ŞIK’ın
söylediği ‘’Dokunan Yanar’’ misali aleyhime inanılmaz bir kampanya
başlatıldı(EK-39-40). Gittiğim her yerde takip edilmeye gece gündüz
demeden termal kameralar ile resimlerim çekilerek internet sitelerinde
ve gazetelerde yer almaya başladım.Telefonlarım dinlenip kayıt edilerek
Hava Kuvvetleri Komutanına ve eşime gönderilmeye başlandı.E-posta
adresime girilerek, resimlerim özel yazışmalarım deşifre edildi.Gizli olan
mal beyanım,gizli gizlilik dereceli ABD ye görevlendirme emrim,MSB
tarafından verilen kişiye özel gizlilik dereceli kınama cezaları bana tebliğ
edilmeden belli gazetelerde yayınlandı. Kayseri’de kaldığım otelde
yediklerim içtiklerim, otel faturam,ABD de alışveriş yaptığım, yemek
yediğim restoranlar, aldığım gömleklerin markalarına kadar aynı gazete
ve internet sitelerinde yer aldı.Hatta Genelkurmay Başkanına yazdığım
21
özel mektup bile yayınlandı.(EK-41-42-43)Hava Kuvvetleri Komutanlığı
Askeri Savcılığın penceresinden çuvalların içerisinde 5 milyon dolar
rüşvet aldığım,falanca Yargıtay Daire Başkanına 600 bin falanca
Danıştay Daire Başkanına 500 bin dolar rüşvet verdiğim,Çankaya
Belediyesini borçlandırarak gayrı menkullerini icra yolu ile sattırdığım ve
icra satışlarına kimseleri sokmayarak mallarını kapattığım,(bilindiği
üzere belediye malları kamu malı olup hacz edilemez),Rusyadan kadın
getirerek pazarladığım,AİDS olduğum,kredi kartım ile ödediğim otel
ücretlerini Hava Kuvvetlerine iş yapan müteahitlere ödettiğim,
Genelkurmay Başkanı İlker BAŞBUĞ tarafından Karargah Evleri
soruşturmasını kapatmam için rüşvet olarak ABD’ye gönderildiğim,
Amerika ya kendi paramla eşimi ve kızımı götürdüğüm halde devletin
parası ile götürdüğüm gibi asılsız ve aşagılık iddialar ile dolu binlerce
haber Fetullah Gülen Cemaatine yakın basın yayın organlarınca yapıldı
ve tam olarak 32.000 e-posta gönderildi.(Yaşar BÜYÜKANIT’ın
Genelkurmay Başkanı olmaması için aleyhine 9.000 e-posta
gönderilmiştir.)
12 Şubat 2009 tarihli TARAF GAZETESİ tarafından
Ergenekon soruşturmasının önündeki en büyük engel ilan edildim.Belli
gazeteler tarafından akıl almaz suçlamalara tabi tutuldum.Bana ve
aileme yönelik ölüm tehditleri aldım(EK-44-45-46).Nihayet 13 yaşındaki
kızımın böbreklerini sökerek öldürecekleri tehdidi üzerine Ankara
Valiliğince benim ve kızım hakkında koruma kararı verildi.Bana
yapılanlar bunlarla da sınırlı kalmadı.Cumhurbaşkanı ,Başbakan ,
Genelkurmay Başkanı ,Hava, Kara ,Deniz Kuvvetleri Komutanlarına,
Milli Savunma Bakanına, Askeri, Sivil Yargıtay Başkanları dahil Türkiye
de ne kadar makam varsa hepsine isimsiz imzasız mektuplarla şikayet
edildim(EK-47).Bu şikayetler sonucu Milli Savunma Bakanı tarafından
hakkımda tam 43 idari soruşturma açıldı.Soruşturmalar sonucu sivil
kıyafetli ziyaretçilerim geldiği için,sivil bir savcılığa yazı işleri tarafından
yanlış evrak gönderildiği için ,savcı yardımcısı Mehmet ÇELİK ile
beraber arsa aldığım için,Hilton Otelinde kaldığım için,tutuklandıktan on
ay sonra mesaiye geç geldiğim için gibi inanılmaz nedenlerle , bazıları
ile ilgili olarak müfettişlerin soruşturma evrakını yürürlükten kaldırılması
22
yönündeki raporlarına ve aksi görüşlerine ve işlediğim iddia edilen bu
disiplin suçlarına ilişkin 477 sayılı Yasada yazılı olan zamanaşımı
süreleri dolmasına ve tek bir hukuki delil olmamasına rağmen yürütme
erkinin Milli Savunma Bakanı tarafından itiraz yolu kapalı ve kesin olmak
koşuluyla yargı erkinin savcısı olan ben, kuvvetler ayrılığı ilkesi yok
sayılarak beş adet disiplin cezası ile cezalandırıldım. Ne yazık ki ,birçok
üniversitedeki hocalarımızın ve de özellikle bir gazetede baş yazar olan
sakallı hocamızın ve yine bir çok televizyon kanalında yorum yapıp
köşelerinde makale yazan sayın köşe yazarlarının bildiklerinin aksine,
askeri hakim ve savcılar komutanlarının vesayeti altında
değildirler.Çünkü Komutanlarının,onlara bırakın ceza vermeyi,
haklarında soruşturma dahi açama yetkileri yoktur.Askeri Hakimler
hakkında soruşturma açma ve bu soruşturma sonucu her ne olursa
olsun disiplin cezası verme yetkisi,HSYK gibi herhangi bir kurula ya da
Genelkurmay Başkanı da dahil olmak üzere herhangi bir komutana ait
olmayıp, tek başına yürütme erkinin Milli Savunma Bakanına aittir. 357
sayılı Askeri Hakimler Kanununun 23 ve 25 maddelerine göre, Milli
Savunma Bakanı, istediği askeri hakim hakkında herhangi bir nedenden
dolayı soruşturma açtırıp, müfettiş raporu sonucu lehte veya aleyhte her
ne olursa olsun itiraz yolu kapalı ve kesin olmak üzere istediği disiplin
cezasını tek başına hiç kimseye danışmadan verebilir ve de verdiği bu
disiplin cezalarını gerekçe göstererek de önce birinci sınıf hakimliğini
daha sonrada hakimlik mesleğini askeri yargıçlardan geri
alabilmektedir.Eğer bir baskıdan söz edilecekse bu durum öncelikle
irdelenmelidir.Bana seni Ferhat SARIKAYA’dan beter yapacağız diye bir
çok defalar haber göndermişlerdi, demek ki artık bu intikamın son
aşamasına da ulaşılmak üzeredir.Ayrıca bunu özellikle açıklamak
istiyorum, yürütülmekte olan bazı soruşturmalar kapsamında, ülkemizde
bir çok üst düzey komutan, rektör ,bilim insanı,yargı mensubu ,sanatçı
ve hatta eski Adalet Bakanı Ankara,Konya, Giresun,Erzincan gibi birçok
farklı şehirde göz altına alınıp İstanbul’a getirilirken, ben Hava Kuvvetleri
Komutanlığı Başsavcısı olarak,birçok gizlilik derecesi içeren askeri
belgeyi yayınlayan BUGÜN gazetesinin yazarının ifadesini tespit etmek
üzere Ankara’ya Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığına davet
23
ettim diye sayın Milli Savunma Bakanı tarafından,Genelkurmay Askeri
Savcılığında görevi kötüye kullanma suçlaması ile hakkımda soruşturma
açtırılmıştır.
Tüm bunlar yetmemiş olacak ki,olay tarihlerinde alınmış
otuzdan fazla doktor raporuna ve gerek avukatlar gerekse hakim
karşısında alınan ifadelere karşın,subjektif beyanlar ve bir yıl sonra nasıl
alındığı belli olmayan bilimsellikten uzak ,sadece belirli düşüncelere
hizmet eden kişilerce hazırlanmış ne dediği belli olmayan muğlak bir
rapora dayanarak işkence yapmak gibi aşağılık bir suçlama ile karşı
karşıya bulunup cezalandırıldım.Bu suçlamalara maruz bırakılmamın tek
bir nedeni vardır; farklı farklı avukatlar huzurunda, Fetullah GÜLEN
Cemaati üyesi olduğunu,Işık Evlerinde yetiştiğini ve TSK personeli
hakkında Fetullah GÜLEN Cemaati adına bilgi toplayarak fişleme
yaptığını ve TSK’ni kamuoyunda Ergenekon Terör Örgütü olarak bilinen
örgüt ile ilişkili göstermek amacıyla, resmi emirleri çaldıklarını ,sahte
emirler üreterek bu emirleri TSK’nin resmi yazışma sistemine
soktuklarını söyleyen üç astsubayın ifadelerini yok saydırmak suretiyle
Fetullah GÜLEN Cemaatini aklamaktır.Bundan daha da önemlisi bugün
Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir çok birliğinde ihbar mektupları ile yerleri
açık olarak tarif edilen ve benzer şekilde cemaat üyesi subay,
astsubaylar tarafından hazırlanarak konmuş sahte belge ve
dokümanların suçüstü yapılarak tespit edilmiş olan Cemaatin bu ilk
başarısız denemesini kamuoyundan gizlemektir.Bugün bavullar ile
savcılığa teslim edilen,yapılan aramalarda savcılar tarafında eliyle
koymuş gibi gizli bölmelerde onlarca çuval içerisinde bulunan sahte
belgelerin nasıl ve kimler tarafından üretilerek,cemaat üyesi TSK
personelinin kullanılarak bu tezgahların nasıl yapıldığını ortaya çıkaran
bu pilot davanın işkence ,hipnoz gibi gerçek dışı suçlamalarla yok
saydırma çabasıdır. Bu amaç uğrunda her türlü ahlak dışı yola baş
vurulmuş,başta ben ve kızım olmak üzere sonu ölümle tehdide kadar
ulaşan karalama ve yıldırma kampanyaları bizzat Fetullah GÜLEN
Cemaatine yakın olan Samanyolu,Bugün,Ülke, Kanal 7 gibi televizyon
kanalları , Zaman, Bugün,Star,Taraf,Akit gibi gazeteler ve internet
siteleri aracılığıyla (tüm basın yayın etik kuralları yok sayılarak)
yürütülmüştür.Tüm bu yayınların amacı, yürüttüğüm soruşturmalar
sonucu ortaya çıkardığım, Fetullah GÜLEN Cemaati üyesi olduğunu
söyleyen asker ve sivil kişilerce, TSK aleyhine yürütülen faaliyetlere
ilişkin bizzat Cemaat üyesi olan kişilerce verilen ifadeleri ,işkence yolu
ile alındı,hipnoz yapıldı diyerek yok saydırıp Fetullah GÜLEN Cemaatini
aklamak ,kamuoyu nezdinde ki imajının bozulmasını engellemektir.Bu
hususta attıkları iftiralar ile Cemaat üyesi olduğunu söyleyen astsubayın
ifadesi alınırken İzmir de olduğu somut ve hukuki belgeler ile tespit
edilen bir şahıs tarafından hipnoz edilerek ifadesi alınmıştır, böylece
işkence yapılmıştır diyerek insanları mahkum ettirecek kadar ileri
gitmişlerdir.
Benim özellikle Işık Evleri soruşturması sonrasında başıma
gelmeyen kalmadı(EK-49).İkisi askeri yargıda olmak üzere hakkımda
toplam yedi ağır ceza mahkemesinde ,Çıkar Amaçlı Suç Örgütü
Yöneticisi Olmak,Silahlı Terör Örgütü Üyesi Olmak,Türkiye Cumhuriyeti
Hükümetini Darbe Yaparak Devirmeye Teşebbüs Etmek,Yağma
Yapmak,İşkence Yapmak,İrtikap, Dolandırıcılık,Mahkeme Heyetine
Hakaret Etmek,Görevini Kötüye Kullanmak,Görevini İhmal Etmek,Askeri
Aracı Hususi Menfaatinde Kullanmak gibi 74 (yetmişdört) suçtan, 724
(yedi yüz yirmi dört) yıl hapis istemiyle dava açılmıştır(EK-50).Bu
uyduruk soruşturmalar ve davalar kapsamında 4 (dört) defa
tutuklandım.Tam olarak 3 (üç) yıl,14 (on dört) gündür de
tutukluyum.Ben, Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcısı Hava
Hakim Albay Doktor Ahmet Zeki ÜÇOK bu karanlık sürecin
mağdurlarının 1 numarasıyım.
Tüm bu açıklamaları, suçlamaların amacını baştan mahkemenizin
bilgisine sunmak için yapıyorum.Bu davadaki temel amacın, Fetullah
GÜLEN Cemaatini aklamak olduğunun, benim yargılanmamın bu
kişiler bakımından teferruat olduğunu yüce mahkemenizin
bilmesini istiyorum.Davanın temel amacını kanaatimce açıkladıktan
sonra esasa ilişkin savunmalarıma geçiyorum.
Esasa İlişkin Savunmalar pdf DOSYASI OLARAK ISTEYEN OKURLARA ULASTIRILMAYA CALISILACAKTIR...

Hiç yorum yok: