II. Abdülhamidin Bilinmeyen İstihbaratçıları
II.Abdülhamid Han, kendine has istihbarat anlayışıyla kurduğu -emsali olmayan- istihbarat teşkilatı, bu konuda ihtisas yapmış çevreleri bile adeta yaya bırakmıştır. Hakan’ın istihbarat anlayışı, zahirî ve batinî olarak ikiye ayrılır. Hakan’ın istihbarat çalışmalarında, birçok usul ve teknikler kullanılırdı. Her iki koldan toplanan istihbaratlar; dikkatle süzgeçten geçirilir, doğruluk payı risk edilmez, adeta matematik işlemindeki doğruluğun sağlaması gibi işlem yapılır; gelen istihbarat ya kabul görür ya da reddedilirdi.
Selçuklu dönemlerinden gelen, hatta tarihi daha eskilere uzanan Türk İstihbarat anlayışında BERİD İSTİHBARAT ÖRGÜTÜ, Sultan Alparslan tarafından lağvedildi. Bunun sebebi ise, bu istihbarat teşkilatının direkt Sultan’a bağlı olmasının yanı sıra, Sultan’ın etrafındaki önemli asker ve vezir ile hanedanın ileri gelenlerine da bağlı olmasıydı. Bunun anlamı ise şuydu: Gelen istihbaratlar, Sultan’a sunulduğu gibi hanedanın diğer üyelerine de sunulurdu. Bu gelen istihbaratlar, zaman zaman hanedan çekişmelerinde kullanılır bazen de gelen istihbaratlar diğer hanedan mensuplarından gizlenirdi. Bu durum ise Devletin zaafa uğramasına neden olurdu.
BERİD (Ulak-Haberci) anlamlarına gelir. BERİD anlayışı Osmanlı’da da devam etti, uygulama alanı buldu. Ortadoğu’da da vücud bulan Berid anlayışı, yapılanması Osmanlı’yı zaafa uğratmıştı. Bu nedenle; Hanedan ve bazı ileri gelenlerin Berid yapısını koruması, istihbaratın belli çevrelere de gitmesine neden oldu. II. Abdülhamid Han bunu çok iyi bildiğinden Hazırûn ile birlikte yeni bir istihbarat anlayışını devreye soktu: Sadece Sultan’a ulaşacak istihbarat… Direkt olarak kendisine gelecek bir istihbarat sistemi… Bu arada Berid ve diğer istihbarat yapısı yine devam edecekti. Buna yeni kurulan teşkilata; ‘YILDIZ TEŞKİLATI’ ismi de verilir. Fakat Yıldız Teşkilatı bile bu yapının görünen kısmıydı. Sultan, bu sistemi, Osmanlı İmparatorluğu’nu ilgilendiren dünyanın her köşesine yaydı. Teşkilatın merkezi İstanbul’du. Çünkü Paytaht orasıydı. Şimdi bu yeni kurulan istihbarat teşkilat yapısının bugüne kadar hiç bilinmeyen, ilk defa burada açıklanacak bir bölümünden söz edelim:
İSTİHBARAT-I MECZUBİYE
Bu birim şimdiye kadar hiç bilinmedi. Zaten bilinseydi istihbarat anlamında bir değeri olmazdı. Bir çok istihbarat elemanlarının, Tekke ve Dergâhlarda bulunduğunu daha önce ifade etmiştik. Fakat bu yapı, yanı İstihbarat-ı Meczubiye birimi diğerlerinden çok farklıdır. Bu yapı, halk arasında meczup diye tabir edilen, garip kılık-kıyafetli kimselerdi. Meczupların da kendi aralarında farklı adlarla anılanları vardı. Bunlar halk tarafından kimi zaman; evliya-ermiş, deli-aklını yitirmiş, dilenci, sefil, dervişler olarak adlandırılırlardı. Bu dervişlerin hayat felsefeleri, kılık-kıyafete önem vermeyişleri, halkın tavır ve davranışlarına benzemeyen halleri ve yaşayışları bunları halk nezdinde hakir görülen, ehemmiyet verilmeyen suretler konumuna sokmuş, bu durum dervişlerin istihbarat anlamında önemli avantaj elde etmelerine sebep olmuştur.
Bu dervişler kendilerini melâmetten göstermeyi marifet eylemişler, kınayanın kınamasından korkmamışlardır. O devirde, Özellikle İstanbul’da hemen her sokak başında bunlardan görmek mümkündü. Bunlar boyunlarına astıkları Keşkül-ü Fukara kâsesiyle sadaka toplarlardı. Bazen bir yere çivi gibi saplanır kalırlardı: Burası kimi zaman; bir ağaç altı, bir çeşme yanı, bir harabe içi, semtlerde halkın uğrak yeri olan bir kıraathane vs. olabilirdi. Daha evvel de belirttiğimiz gibi meczupların aralarında farklılıklar vardı. Yani her meczup bu birimden değildi. Üstelik meczupluk ayrı meczubilik ayrı kavramalardır. Bunlar bugüne kadar irdelenmediği için bilinmez. Meczubilik bazı tekke (Mevlevî, Bektaşi, Melâmi, Bayramiye, Yeseviye vs) ekollerinde ‘sırri’ bir ekoldür. Yani meczubi ekolünden ve öğretisinden olmak için, meczup olmaya gerek yoktur. Bunlar dünya hayatının bir imtihan önemsizliğinde önemini de bilip, kendi yaşantılarını, bilinen dünya hayatı sistemi dışında yaşayan gönüllü dervişlerdi. Bu konu oldukça detaylı olup, fazla detaya girmeden asıl konumuzla olan ilişkisine dönelim: Bu birimin başı (Şehir Başı) tüm şehrin başı olup, (Meczubi Dedesi) olarak anılır. Şemanın başındaki ilk kişi budur. Ondan sonra ise semt başları (Semtteki meczubi istihbaratçı dervişlerin başı) ve sokaklardaki sorumlu meczubi dervişler gelir. Bunların hepsi birbirine bağlı ve birbirine hiyerarşik olarak sorumludurlar.
İSTİHBARAT-I MECZUBİYE’NİN İŞLEYİŞİ
Bunlar yeminli dervişlerdir.(İstihbaratçılardır) Sadece Devleti ilgilendiren istihbaratları rapor ederler. Örneğin, birileri bir sokakta veya bir kıraathanede nargile sohbetinde veya iki kişi bir sokakta ayaküstü birinin mahreminden bahsediyor ve bu istihbaratçılar bunu duyuyorlar. Bu dervişler, bu mahrem bilgiyi kendileriyle mezara götürecek sır olarak saklıyorlar. Bu sırrı Sultan II. Abdülhamid Han bile alamaz onlardan. Bu dervişler, tasavvufi terbiyeyle yetişmişlerdir. Paraya-pula, makama-mevkiye, şana-şöhrete önem vermediklerinden bu kıymetler nefislerinden ve zihinlerinden silindiği için ne satın alınabilirler ne de ölümle tehdit edilebilirlerdi. “Sıramız geldiyse biz ölürüz, kalanlara selam olsun” derlerdi.
Bu istihbarat teşkilatının işleyişi şu şekilde idi: Sokakta bir istihbaratı alan ‘Meczubi Melamiye İstihbarat Dervişi’, akşam ezanında, belirlenmiş tekkelerde aş yemek için toplanırlar, orada da usulünce, ‘Semt Başı Dervişe’ aldıkları istihbaratı verirler. Semt Başı Derviş ise aldığı istihbaratı yatsı namazından sonra Şehir Başına verirdi. Şehir Başı aldığı bu istihbaratları belirlenen bir vakitte bizzat Sultan II. Abdülhamid Han’a verirdi.
Bu istihbarat tekkelerinden en meşhuru ‘Yeni Kapı Mevlevihanesi’ idi. Diğer bir tanesi ise, bugün Halıcılar Caddesi’nin sonunda bulunan Manastır’dan dönme Molla Fenari İsa Camii ve Tekkesi idi.
Şimdi konuyla ilgili olarak anlattıklarımıza ışık tutacak bir belgeyi dikkatlerinize sunuyoruz. Osmanlıca Resimli Gazetelerden iki tanesini aşağıda sizlerin dikkatine sunuyoruz. Bu dervişlerin resimleri ve alta Osmanlıca yazılan şu yazıya dikkat buyurun lütfen.Gerçi bu haberde tenkit vardır, bu insanların çağdaş kılık kıyafetleri olmadığına ilişkin bir haberdir. Bu tenkitte zaten bizim anlattıklarımıza delildir.
Yazılan haberde ifadeler şu şekilde yer almaktadır: “İSTANBUL’DA BU KILIK KIYAFETTE OLAN, KİMLER OLDUĞU VE NASIL TÜREDİĞİ BİLİNMEYEN BU SEFİLHANE TİPLERE HER SOKAK BAŞINDA TESADÜF EDİLİRDİ…”
Bu konuyla ilgili bilgilere baktığımızda, Fatih Sultan Mehmet Han devrinde, “Meczuplar Ocağı” diye bir müessesenin işaret edildiğini görüyoruz. Fazla detaya girmeden zaman zaman gerektiği kadar bu konuya tekrar temas edeceğiz.
Diğer bir istihbaratçı meczubun resmi aşağıda görülmektedir.
İstihbarat alanında Teşkilat-ı Mahsus’a ve diğerleri oldukça meşhurdur. Fakat biz hiç bilinmeyen birimi ilk olarak sizlerin dikkatine sunduk.
SIRDAŞ, bir gece Hakan’a Defterden şöyle bir bölüm okudu: “ Devletlûmun Fermanı ile bu teşkilat, dünyada hiçbir emsali olmayan bir birim olarak Devletin hizmetine sunularak, sevk ve idare edilmiştir.”
Bu birimin rapor ettiği önemli olaylardan bazıları şunlardır:
Payitaht’ta, gizli düşman birimlerinin desteği ile İstanbul’da esrarengiz yangın olaylarının açığa çıkarılması, müsebbiplerinin deşifresi ve bu yangınların önceden önlenmesi. ( O dönemi araştıranlar şu tabloyu göreceklerdi: İstanbul’da sık sık, esrarengiz yangınlar çıkmaktaydı. Buraya kısa bir not daha düşecek olursak; Molla Fenari İsa Camii istihbarat alanında hizmet görmüş ve bu mekân Fatih Yangınında (1918 yılında) yanarak harabeye dönmüştür. Sultan II. Abdülhamid Han’da 1918 yılında vefat edip, Hakkın Rahmetine kavuşmuştu. İstihbaratçı Dervişlerinin merkezi olan ve aynı zamanda Osmanlı Devlet Arması’nın kalıplandığı Molla Fenari İsa Camii ve Tekkesi, ne garip bir tesadüftür ki, Sultan II.Abdülhamid Han’ın vefat ettiği gün yandı.
Yukarıdaki Resimde Camii'nin yanmış hali görülmektedir.
Molla Fenari Camii'nin bugünkü hali yukarıdaki resimde görülmektedir.
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder