2 Aralık 2012 Pazar

Ata'yi Dinsizlestiren ve Onu Putlastiranlara ; Atatürk ve İslamiyet (2)Bunun için Kuran Türkçe de olmalıdır, okutulmalidir!!!(2)

“Türkler dinlerinin ne olduğunu bilmiyorlar. Bunun için Kuran Türkçe olmalıdır.”(Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi, 5/1957 (A. Gürtaş, s. 41)
Kuran Turkcede okutulmalidir, sozunu istediginiz gibi alip, istediginiz yere cekebilirsiniz. Ama Kuran i sadece okunmasini degil anlanmasini boylece hurafelere ve din saklabanlarina kanmayacak halk olacagini soyleyen Ata yi yanlis tanimlayamazsiniz.
“Türk Milleti daha dindar olmalıdır. Yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır, demek istiyorum. Dinime; bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Şuura aykırı, ilerlemeye engel bir şey ihtiva etmiyor. Halbuki Türkiyeye egemenliğini veren bu Asya milletinin içinde; daha karışık, yapmacık, batıl inançlardan ibaret bir din daha vardır. Fakat bu cahiller, bu acizler sırası gelince aydınlanacaklardır. Onlar bu aydınlığı göremezlerse kendilerini mahva mahkum etmişlerdir demektir. Onları kurtaracağız.” (Maurice Perno ile yaptığı ropörtaj 11 Şubat 1924 (Atatürkle Konuşmalar, Cumhuriyet Gazetesi eki, s. 111)

Atatürkün söylev ve öğütleri incelendiğinde, Türk Milletinden istediği şeylerin Kuran ahlakına uygun meziyetler olduğu görülür: Bilime ve sanata önem vermek, hurafelerden korunmak, akılcı ve çalışkan olmak, temizlik, estetik ve kaliteye önem vermek, yurdunu ve milletini sevmek gibi… Atatürkün bu konudaki bakış açısını şu sözleri özetlemektedir:
“Hangi şey ki; akla, mantığa, toplum yararına uygundur, biliniz ki dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, halkın yararına uygunsa kimseye sormayın. O şey dine uygundur.” (Atatürkün S. D. II, 1923, s. 127)

Atatürk dini suistimal etmek isteyen kötü niyetli kimselere karşı halkı her zaman uyarmıştır. Buna meydan vermemek için pek çok konuşmasında halkımızı dinimizi öğrenmeye çağırmıştır:
“Bizi yanlış yola sevk eden soysuzlar bilirsiniz ki, çok kere din perdesine bürünmüşler, sâf ve temiz halkımızı hep din kuralları sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz... Görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harabeden fenalıklar hep din örtüsü altındaki küfür ve kötülükten gelmiştir.” (Atatürkün S.D. II, 1923, s. 127)

“Bizde ruhbanlık sistemi yoktur. Hepimiz eşitiz ve dinimizin buyruklarını eşit olarak öğrenmeye mecburuz. Her fert; dinini, diyanetini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası da okuldur... Nasıl ki, her hususta yüksek meslek ve ihtisas sahiplerini yetiştirmek lazım ise, dinimizin gerçek felsefesini tetkik ve bilimsel ve fenni telkin kudretine sahip olacak güzide ve gerçek büyük alimler dahi yetiştirecek yüksek kurumlara malik olmalıyız.” (Atatürkün SD, c. II, s. 90 (Türk Tarihi TSK ve Atatürkçülük, s. 318)

“Evlatlarımızı o suretle talim ve terbiye etmeliyiz, onlara o suretle ilim ve irfan vermeliyiz ki, ticaret, ziraat ve sanat aleminde ve bütün bunların faaliyet sahalarında faydalı olsunlar, ameli bir uzuv olsunlar. Binaenaleyh maarif programımız, gerek ilk tahsilde, gerek orta tahsilde verilecek bütün şeyler bu görüşe göre olmalıdır.” (Atatürkün Söylev ve Demeçleri, Cilt II, s. 111)



Sabiha Gökçen Atatürkün dindarlığı ile ilgili hatırasını şöyle anlatıyor: 10-11 yaşlarında idim. Bursadaki evimiz Atatürkün köşküne çok yakındı. Bir gün Atatürk Bursayı şereflendirmiş, köşkün bahçesinde dolaşıyordu, ben de onu yakından görmek arzusu ile kıvranıyordum.

Yine bir gün bahçede dolaştığı sırada yerimden fırladım, Ona doğru koştum. Beni yolumdan çevirenlere ağlamakla karşı koymaya çalışıyordum, birden bir ses işittim: Bırakın onu diyordu, Bırakın gelsin. Koşarak Atanın yanına gittim, ellerine sarıldım. Atatürk sordu:
Çocuk, sen okula gidiyor musun?
Harpler sebebiyle okulumu yarıda bırakmıştım ve bir yatılı okula alınmamı istedim.
Ben seni yanıma alayım, gelir misin? diye Atatürk sordu.
Abime sorayım dedim. Kabul ettiler, derhal çağırtarak onunla konuştu, anlaştılar. Böylece Çankayaya geldim.
Uzun zaman ayrı kaldığım okuluma yeniden başlamanın sevinci içinde memnundum. Çankaya Köşkü bahçeleri içindeki eski bir seyis evi düzeltilerek okul haline getirilmişti. Köşkte çalışanların, yaverlerin ve diğer hizmetlilerin çocukları ile birlikte ben de bu okula gitmeye başladım.
Bir sabah, Atanın elini öpmek üzere yanına girdim. İşleri ile meşguldü. Bir süre ayakta bekledim birden, derin bir iç geçirdi ve Allah! dedi. (O, sık sık bu şekilde yapardı.)
Atatürk hakkında evvelce çok şeyler duymuştum, bu tesirle olacak bir hayli şaşırdım. Onun ağzından Allah kelimesini duymak beni şaşırtmış ve heyecanlandırmıştı.
Atanın yüzüne şaşkın bir şekilde bakmış olacağım ki:
Sen dindar mısın? diye sordu.
Ben de ailemden aldığım din terbiyesi ile;
Evet dindarım dedim ve bu cevabımı nasıl karşılayacağını anlamak için ürkek ürkek yüzüne baktım. Cevabım hoşuna gitmişti.
Çok iyi... Allah, büyük bir kuvvettir. Ona daima inanmak lazımdır dedi ve bu konuda uzun uzun izahat verdi. Ben de o zaman anladım ki; Atatürk hakkında söylenenlerin aslı yoktur ve Ata, bütün söylenenlerin hilafına dindar bir insandır.”

Atatürk, camiiler ile ilgili ise şunu demiştir:”Camilerin mukaddes minberleri halkın ruhi, ahlaki gıdalarına en yüksek, en verimli kaynaklardır. Minberlerden halkın anlayabileceği dille ruh ve beyne hitap edilmekle Müslümanların vücudu canlanır, beyni temizlenir,imanı kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur.”(Atatürkün Söylev ve Demeçleri, c. 1, s. 225)

Düşmanlarımız, bizi dinin etkisi altında kalmış olmakla itham ediyor, duraklamamızı ve çöküşümüzü buna bağlıyorlar; bu bir hatadır. Bizim dinimiz hiç bir vakit kadınların, erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. Allahın emrettiği şey, Müslüman erkekle, Müslüman kadının beraberce din öğrenerek eğitilmesidir. Kadın ve erkek bu ilim ve eğitimi aramak ve nerede bulursa oraya gitmek ve onunla mücehhez olmak zorundadır. İslam ve Türk tarihi incelenirse görülür ki, bugün kendimizi bin türlü kuralla bağlanmış zannettiğimiz şey yoktur. Türk sosyal yaşantısında kadınlar bilimsel yönden eğitim ve öğretim görmekte ve diğer konularda erkeklerden katiyen geri kalmamışlardır. Belki daha ileri gitmişlerdir. (Atatürkün Söylev ve Demeçleri, 1959, c.2, s.86)

Türk Milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır, demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Şuura muhalif, terakkiye engel hiçbir şey ihtiva etmiyor. Halbuki Türkiye istiklalini veren bu Asya milleti içinde daha karışık, suni, batıl inanışlardan ibaret bir din daha vardır. Fakat bu cahiller, bu acizler sırası gelince aydınlanacaklardır. Eğer ışığa yaklaşamazlarsa kendilerini mahv ve mahkum etmişler demektir. Onları kurtaracağız. (Atatürk ve Din Eğitimi)

Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.

“Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla hiç ilgisi olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler çağdaş olmayı kâfir olmak sayıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış tefsiri yapanların maksadı İslâmların kâfirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, dimağladır. (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (II) , s. 128)
-Biz ne Bolşevikiz, ne de Komünist: Ne biri, ne diğeri olamayız. Türkler milliyetperver ve dinlerine hürmetkar bir millettir.(Petit Parisien muhabirine Bursada verdiği demeçten)

-Din ve mezhep hiçbir zaman politika aleti olarak kullanılamaz.

Atatürkün İslamda vicdan özgürlüğü konusunda şunu demiştir: “Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz, dine saygı gösteririz. Düşünce ve tefekküre muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasde ve fiile dayanan taassupkar hareketlerden sakınıyoruz.” (Sadi Borak, Atatürk ve Din, 1962 (A. Gürtaş, s. 34)

Şıh ve Atatürk arasındaki şu fıkraya bakalım: Atatürk, yanındaki valinin kulağına eğilip sorar;
-Kimdir bu?
Vali yanıt verir; “Efendim kendisi Şıhtır. Yörede çok hatırlısı vardır.”
Atatürk Şıhı yanına çağırır ve Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Şunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan der ve eliyle de boyun
altı hizasını gösterir.
Şıh; Emrin olur Paşam diyerek yerine çekilir.
Aradan zaman geçer, bir akşam Atatürk Amasyadaki Şıhı hatırlar ve Valiyi telefonla arayıp durumu sorar. Vali nasıl söyleyeceğini bilememekle birlikte, Şıhın sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır.
Atatürk telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve az sonra nazırını çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valiliğine tebliğ etmesini ister. Ertesi gün Amasyadan bir haber gelir ki Şıh Efendi Atayı görmek üzere Ankaraya yola çıkmış...
Şıh gelir Atatürk’ün karşısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafet baştan sona değiştirilmiş, bambaşka görünüme bürünülmüştür.
Atatürkün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ataya sorarlar;
Aman Paşam, o Şıh ki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız? Atatürk gülümser, sonra da yanındakilere dönüp;
Dün akşam Amasya Valiliğine bir yazı gönderdim ve Şıhı Afyona vali atadığımı bildirdim der. Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bu yazıyı da Şıha vermesini söyler.
Yazıda söyle yazmaktadır;
İnancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikileme mahkum bırakmayalım. Kal sağlıcakla...

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav) hakkındaki düşünceleri:

Hz. Muhammed (sav) e hayrandı. Atatürk tarihin büyük simaları içinde en çok kimleri beğenirdi? 1924 Martının 3. günü Meclis kürsüsünde hilafet nutkunu söylerken Yavuz Selimden hep Hazreti Yavuz diye bahsetti. En çok takdir ettiği kumandan Timurdu. O sizin yerinizde olsa yaptıklarınızı yapabilir miydi? diyene Bunu bilmem, fakat ben onun yerinde olsaydım, yaptıklarını yapamazdım dedi. Fakat yeryüzünde kendisinin en hayran olduğu kimse, şüphesiz ki Hz. Muhammed (sav) dir. Onun devlet kurmaktaki şefliğine hayrandı. Hiç yoktan devlet kurmak (İsmail Habip Sevük)

Namaz Kılan Memurlar:

Atatürk devrinde namaz kılan memurların işlerinden atıldığı kesin olarak yalandır. Ordunun başı olan rahmetli Fevzi Çakmak yardımcısı Orgeneral Asım Gündüz namaz kılarlardı. Atatürk devrinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı olan Abdülhalik Renda, Cuma namazlarını Hacı Bayram Camiinde kılardı. Yazılarımızın doğruluğunu ispat için canlı şahit de gösterebiliriz. Çok şükür Asım Gündüz Paşamız hayattadır. Kendilerinden sorabilirsiniz.

Yıl 1930, Atatürk Fevzi Çakmakla birlikte yurt gezisine çıkıyor, yolculuk trenle yapılıyor. Vagonda Atatürk, Fevzi Çakmakla başbaşa vermiş memleket işlerini görüşüyor. Dalkavukluğu ile tanınan bir milletvekili içeri giriyor. Atanın kulağına gizli bir şeyler söylüyor. Atatürk birden kaşlarını çatıyor ve Fevzi Paşaya dönerek, Paşam, lütfen beni takip ediniz, arkadaş bir haber getirdi, birlikte inceleyelim diyor.
Atatürk ile Çakmak, Cumhurbaşkanlığı Maiyet Erkanına ait vagona geçiyorlar. Atatürk vagonun kapısını hafifçe açıyor ve Fevzi Paşaya gösteriyor. Yüksek rütbeli bir subay vagonda kanepe üzerinde namaz kılmaktadır. Atatürk vagonun kapısını kapadıktan sonra milletvekilinin yüzüne tükürüyor ve Mareşala diyor ki: Paşam, bu adamın biraz evvel kulağıma gizli bir şeyler söylediğini gördünüz. Bu adam, Muhafız Kıtasına mensup yüksek rütbeli bir subayın vagonda namaz kıldığını gammazladı. Bu adam, namaz kılmayı kendi aklınca suç görüyor. Durumu size göstermek için buraya kadar zahmet ettirdim.
Atatürk ilk istasyonda milletvekilini trenden indiriyor ve gelen devrede milletvekili seçtirmiyor.

Cumhuriyetin ilk Diyanet İşleri Başkanı rahmetli Rıfat Börekçiden defalarca dinledik. Rıfat Börekçi bize şöyle söylemişti: Atanın huzuruna girdiğimde beni ayakta karşılarlardı. Utanır, ezilir, büzülür, Paşam beni mahcup ediyorsunuz dediğim zaman din adamlarına saygı göstermek Müslümanlığın icaplarındandır buyururlardı. Atatürk, şahsi çıkarları için kutsal dinimizi siyasete alet eden cahil din adamlarını sevmezdi. 21

Atatürkün Din Telakkisi

Atatürkün din telakkisini kati olarak pek az kimse öğrenebilmiştir. Orman Çiftliğinde başbaşa kaldığımız bir gün, din hakkında ne düşündüğünü sordum. Bana dedi ki: Din vardır ve lazımdır. Temeli çok sağlam bir dinimiz var.Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanın emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz, düşünüşe ve tefekküre muhalif değiliz. Biz sadece, din işlerini millet ve devlet işleriyle karşılaştırmamaya çalışıyoruz; kaste ve fiile dayanan taassupkar hareketlerden sakınıyoruz. Mürtecilere asla fırsat vermeyeceğiz (Olaylar ve Atatürk, s. 55)

Atatürke göre, Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünü hazırlayan önemli sebeplerden birisi İslamiyetten uzaklaşmaktı:

Türkler İslam oldukları halde, bozulmaya, yoksulluğa, gerilemeye maruz kaldılar; geçmişin batıl alışkanlık ve inançlarıyla İslamiyeti karıştırdıkları ve bu suretle gerçek İslamiyetten uzaklaştıkları için, kendilerini düşmanlarının esiri yaptılar. Gerçek İslamın çok yüce, çok kıymetli gerçeklerini olduğu gibi almamakta inatçı bulundular. İşte gerilememizin belli başlı sebeplerini bu nokta teşkil ediyor...(Sadi Borak, Atatürk ve Din, s. 36-37 Rönesans,Aralık 1991, s. 61)

Evet, Türk insanının yaşadığı din gerçek İslamdan uzak, hurafeler ve batıl inançlar üzerine kurulu bir dindi. Bu din, Türkiyeyi karanlığa götürüyordu. Bu gidişi durdurmanın tek çaresi vardı: Gerçek İslamın halka anlatılması... Yani hurafeleri, batıl inançları içinde barındırmayan, Atatürkün, akla, fenne, ilme uygun... (İzmir, 3 Şubat 1923, Atatürk Diyor ki, Varlık Yayınları, s. 46) dediği, dinin özünü teşkil eden Kuranın anlatılması gerekiyordu. Atatürk bu amaçla şunları söylüyordu: Türkler, dinlerinin ne olduğunu bilmiyorlar. Bunun için Kuran, Türkçe olmalıdır. “ (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, 1977 A. Gürtaş, s. 41)

Dini meseleler hakkındaki görüşlerini öğrenmek isteyen Fransız gazeteci Maurice Pernoya Atatürk yine kesin bir şekilde şu cevapları vermiştir:

M. Perno: “Şu halde yeni Türkiyenin siyasetinde dine aykırı hiçbir temayül ve mahiyet olmayacak demek? ”

Atatürk: Siyasetimiz dine aykırı olmak şöyle dursun, din bakımından eksik bile hissediyoruz.

M. Perno:” Zat-ı asilaneleri, düşündüklerini bendenize daha iyi izah buyururlar mı? ”
Atatürk: Türk Milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Şuura muhalif, terakkiye engel hiçbir şey ihtiva etmiyor. Halbuki Türkiye istiklalini veren bu Asya milleti içinde daha karışık, suni, batıl inanışlardan ibaret bir din daha vardır. Fakat bu cahiller, bu acizler sırası gelince aydınlanacaklardır. Eğer ışığa yaklaşamazlarsa kendilerini mahv ve mahkum etmişler demektir. Onları kurtaracağız. (Atatürk ve Din Eğitimi, Ahmet Gürbaş, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, s.32)

“Türk Kuranın arkasında koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu Kitapta neler olduğunu Türk anlasın.” (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, İstanbul 1977 (A. Gürtaş, s. 41)

Atatürk, Kurana olan bağlılığını onu “Kitab-ı Ekmel” yani “En Mükemmel Kitap” Prof. Enver Ziya Karal, Atatürkten Düşünceler, İş Bankası Yayınları,1969 (A. Gürtaş, s. 39)  diye tanımlayarak dile getiriyordu. Dolmabahçe Sarayı ve Çankaya Köşküne hafızları çağırtarak sık sık Kuran okutmuş, ayetler üzerinde incelemelerde bulunmuş ve hafızlarla meal ve tefsir konularında fikir alış verişinde bulunmuştu.
Atatürk özel sohbetlerinde pek çok kez dindar olmanın gerekliliğinden, Peygamber Efendimizin hayatından, Asr-ı Saadet ve Hülefayı Raşidin (dört halife) dönemlerinden, dinimizin yüceliğinden, Allahın kudretinden söz etmiştir. İslam Dininin son ve mükemmel din, Peygamberimiz (sav) in de son peygamber olduğunu her fırsatta vurgulayan Atatürk, ulusuna da dindar olmayı, dinini öğrenmeyi öğütlemiştir.

Atatürk, dinimizin akıl ve mantığa uygun olduğunu da aşağıdaki sözleriyle belirtmiştir: “Bilhassa bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçü ile hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa halkın menfaatine uygundur; biliniz ki o bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, milletin menfaatine, İslamın menfaatine uygunsa kimseye sormayın. O şey dinidir. Eğer bizim dinimiz aklın mantığın uyduğu bir din olmasaydı mükemmel olmazdı, son din olmazdı”.(10 Atatürkün S.D. II, 1923, s. 127)

Atatürk’ün ölmeden hemen önceki son sözleri:

Atatürk’ün son anlarında başucunda bulunan Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ün, gözlerini açtığında saat kaç? diye sorduğunu, fakat ruhunu teslim etmeden önceki son sözünün ’Vealeykümesselam’ olduğunu hatıratında anlatmıştır.

Her insanın karşılaşacağı ölüm gerçeğinin son saniyeleri geldiğinde, o sırada yanında bulunanlardan Dr. Neşet Ömer bey “Dilinizi göreyim efendim. Lütfen dilinizi dışarıya doğru çıkartın” diye telaşlanırken, Atatürk, Dr. Neşet Ömer beye bakarak “ve Aleykümselam” diyerek gözlerini kapatmıştır. (Kılıç Ali’nin Anıları Sh 659. Hulusi TURGUT)

Peki, o sırada Atatürk’ün yanında bulunanlar telaş ve çaresizlik içerisinde kıvranırlarken ve hiç gereği yokken Atatürk’ün “ve Aleykümselam” demesinin anlamı ne olabilir?
Böyle bir sorunun yanıtını Kur’an ayetlerinden öğrenelim. İşte Kur’an’ın söyledikleri: “Rabbimiz Allah’tır” dedikten sonra dosdoğru yolu izleyenlerin ölümleri anında melekler yanlarına gelirler: ‘Korkmayın, üzülmeyin, size söz verilen cennetle sevinin. Dünya yaşamında da, ahiret yaşamında da biz sizin dostunuzuz. Cennet’te canınızın çektiği ve istediğiniz her şey, esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın bir ikramı olarak size sunulur’ diye kulaklarına fısıldarlar.” (Fussilet Suresi 30,31,32)
“ İyiliklerini içeren kitabı sağ tarafından verileceklere, melekler: “ Selamün Aleyke “ derler.” (Vakıa Suresi 90,91)


Ulu Önder Atatürk’ün İslam dini ile ilgili düşüncelerine yer verdiğim bu araştırma yazısı pekala bununla sınırlı olamaz. Tarihimizi gerçek kaynaklardan ve her türlü baskıdan uzak objektif bir şekilde öğrenmemiz şarttır. Yalan yanlış, siyasi ihtiraslarla dolu ve maksatlı yazılan yazılar bizim tarihimizi yansıtamaz. Ve asla şunu unutmayalım ki, her tarih dilimi kendi zaman dilimi içinde değerlendirilmelidir.İnsanlar yalan söyleyebilir, olayları çarpıtabilir. Ancak tarih asla yalan söylemez. Her türlü yanlı, siyasi ve subjektif bilgilerden uzak olunmasını ve tarihimizin doğru kaynaklardan öğrenilmesini temenni ediyorum.

Hiç yorum yok: