Said-i Nursi kimdir?
1877 yılında Bitlis’in Hizan ilçesine bağlı Nurs köyünde doğan ve 24 mart 1960 tarihinde ölen ve bidayette Saidi Kürdi diye anılan bir şahsın esas gayesi, Türklüğü tahrif ederek ayrı bir Kürt devleti kurmaktır. Nitekim yaşamı boyunca bu amacını gerçekleştirmek için etkinlik göstermiştir. Doğduğu bölgeden İstanbul’a gelen Said-i Kürdi, 31 Mart ayaklanmasına katılmış, Milli mücadele döneminde Kürt Teali Cemiyeti kurucuları arasında yer almıştır.
(kaynak Marmara Brifingi: Orgeneral turgut Sunalp, Korgeneral Abdurrahman Ergeç, Tümgeneral Recai Engin, Tümgeneral, Memduh Ünlütürk, Tümgeneral Fazıl Polat, Kur. Alb. Fikret Küpeli…)
Bu zamandan 1950′ye kadar risaleleri yaymaya ve cemaatini büyütmeye devam etmiştir. 1950 sonrasında yazmış olduğu risalelere dayanan cemaatini iyice güçlendirmiş ve bu dönemki DP hükümeti le işbirliğine girmiştir. Atatürk’ün başlatıığı toprak reformunu yarıda bırakarak bölgesinin ağalara ve şeyhlerin elinde kalmasında büyük pay sahibi olan Said-i Nursi zamanın iktidarı Adnan Menderestarafından eli öpülerek el üstünde tutulmuştur. 1960 ihtilaliyle birlikte Adnan Menderes ve diğerleri asılmıştır. Said-i Nursi’nin cesedi de İhtilal subayları tarafından ortadan kaldırılmıştır.
Volkan Gazetesi
Şeriat devleti isteyenlerin bütün hareketlerinin gerisinde emperyalizmin çirkin yüzü sırıtmaktadır. 31 Mart irtica olayında da Derviş Vahdeti‘nin ve Melanzade Rıfat‘ların iplerini elinde tutan gerçek güç emperyalizmdir. 15 Aralık 1908 tarihli Volkan, İngilizlerin adem-i merkeziyetçiliği sayesinde Kıbrıs’ın “küçük bir İsviçre” haline geldiğini ileri sürmektedirler. Oysa ki Kıbrıs İngiltere hükümetinin Osmanlı’dan alacaklarına akrşılık rehin aldığı fakat ilk bahaneyle el koyduğu veişgal ettiği, nüfusunun da Yarıya yakınının Türk olduğu bir topraktır. İngilizlerin burayı tek kurşun bile sıkmadan dalavereyle ele geçirmesini ve sömürge kurmasını Volkan gazetesi alkışlamaktadır. 8 Nisan 1909 tarihli Volkan: “İngiliz Hükümetinden, kuvvetli, mütefennin, her surette müterakki, hami-i insaniyet bir hükümetin mevcudiyetini hala mutasavver mir?” diyerek bugünkü Amerikan dalkavukluğuna andırır biçimde İngiltere’nin her yönden propagandasını yapmaktadır. İşte 31 Mart olayının başkahramanı Derviş Vahdeti dahi, günümüz Amerikan şeriatçılarına benzer biçimde koyu bir İngliz İngiliz şeriatçısıdır. 31 Mart yobazları önlerine çıkan ilerici subayları şehit ettikleri halde hristiyan kafirlere karşı davranışlarında son derece “centilmen”dirler. Yobazlara 31 Mart günü yollarda rastladıkları hristiyanlara korkmamaları için teminat vermişler, yabancı elçiliklerin kapılarına da nöbetçiler dikmişlerdir. İsyandan sonra hükümet 31 Mart olayında ünlü “Intelligence Service”e mensup İngiltere elçiliği baştercümanı Fitz Maurice ile onun ihzmetindeki yerli işbirlikçilerin marifetlerini saptamışlar ama bu konuyu kurcalamaktan kaçınmışlardır.
31 Mart Ayaklanması
31 Mart Ayaklanması
Halkın temsil edildiği parlamentonun kaldırılarak, Padişahın mutlak egemenliğinin geri getirilmesi için çıkan ve sloganı: “Halk burada çoban nerede?!” olan bu ayaklanma Mustafa Kemal Atatürk‘ün komuta ettiği Yıldırım Orduları tarafından bastırılmıştır. Bu ayaklanmada önemli rol oynayan Volkan gazetesi‘nde de yazıları çıkan Said-i Kürdi Isparta’ya sürülmüştür.
Kürt Teali Cemiyeti
1. Dünya savaşında yenilince yurd emperyalistler tarafından daha önce yapılmış anlaşmaya uygun olarak işgale başlandı. Ülkenin her yerinde Yunan ayrılıkçısı, Ermeni ayrılıkçısı Kürt ayrılıkçısı cemiyetler türemeye başladı. Isparta’daki sürgünden memleketine dönen Said-i Kürdi yine İngilizlerin işgal planına uygun olarak Doğu’da ve güneydoğuda İngiliz hükümeti destekli bir Kürdistan kurulması amacıyla “Kürt Teali Cemiyeti” kurucuları arasında yerini aldı.(kaynak: Marmara brifingi, 1971)
Bir yandan işgalcilerle mücadele eden Ankara hükümeti bir yandan da İngiliz destekli gerici isyanları bastırmakta başarılı olunca Said-i Kürdi bu sefer M. Kemal’le görüşmek için Ankara’ya gitti. Amacın şeriat devleti kurmak olmadığını, ulusal temele dayanan devlet kurmak olduğunu anlayınca bundan vazgeçti.
Bugün dahi Nurculukta cuma namazı kılınması farz kabul edilmez. Çünkü Said-i Kürdi’nin anlayışına göre ülke hala “müslüman” değildir. “Dar-ül harp”tir. Yani şeriatı getirmek için savaşılması geren topraklardır. Bu anlayışa uygun olarak çıkan ve arkasında İngiliz desteği olduğu resmi belgelerle kanıtlanmış olan Şeyh Sait isyanına katıldığı için İstiklal Mahkemesince yargılandı ve birçok ilde sürgün yaşadı. İngiliz destekli bağımsız Kürdistan isteyen bu ayaklanma birçok şehrin yıkımına, ordunun büyük ölçüde kayıp vermesine ve misak-ı Milli sınırlarımız içinde olan Musul ve Kerkük’ün İngilizlere kalması ile sonuçlandı. Nur cemaati’nde Atatürk’ün “Öküz aleyhisselam”, “Beton Kemal”, “Deccal” gibi isimlerle anılmasınınn arkasında bu şeriatçı ayaklanmaların uğradığı hezimetler yatmaktadır.
Risaleleri ve fikirleri
Said-i Nursi’nin yaşamı boyunca yazmış olduğu risalelerin tümüne “Risale-i Nur Külliyatı” denir. Türkçe konuşan insanların %90′ının anlayamayacağı bir dil kullanan(ve kişisel düşünceme göre hiç de derin anlamı olmayan ve birbirinin tekrarı niteliğinde olan) bu eser, başlarda cifir’in İslam dışı olduğunu söylediği halde (“cifir…, gaybı Allah’tan başkası bilmez ayetine karşı edep dışı bir davranıştır”) (bkz. Lem’alar s. 39(yazıldığı tarih 1957) daha sonraki kitaplarında sık sık cifir kullanarak kendisinin ve yazdıklarının ne kadar yüce olduğunu anlatır. Buna örnek vermek gerekirse: “-… İçlerinde bedbaht olanlar da said olanlar da vardır- anlamındaki ayetin cifir yyönünden sayı değeri 1303 eder. Hud Suresinde -Emrolunduğu gibi hareket et-, anlamında bir ayet olduğu gibi Şura suresinin 2. ayetinde de aynı anlamda bir ayet vardır. -Vav-la başlayan Şura suresindeki ayetin cifir yönünden sayı değeri de 1309 eder. Bu tarihte bütün muhataplar içinde özellikle birine Kur’an adına iltifat ediliyor, doğru olmak yolunda buyruk veriliyor. Birinci tarih(1303)de ise, Risale-i Nurlar müellifi(Said-i Nursi)nin ilim tahsiline başladığı tarihtir. İkinci ayetin tarihi ise O müellif(Said-i Nursi)nin harika bir şekilde pek az bir zamanda ilimce en son noktaya ulaştığı(!), tahsili bitirdikten sonra ders vermeğe başladığı ve 3 ayda, bir kış içinde, 15 senede ancak okunabilen 100′den çok kitap okuduğu ve o zamanın o muhitte en ünlü alimlerinin yanında o 3 ayın mahsulu fakat 15 yılın mahsulü kadar olan ilimleri kazandığı, ne kadar büyük bir alim olduğunu; hangi ilimden olursa olsun sorulan her soruya en doğru cevabı vermekle ispat ettiği tarihe rastlar.”(Tasdik-i Gaybi, s. 61-62, yıl 1958) Ayrıca Hz. Ali’nin vbg. İslam Dünyası’ndaki ünlü kişilerin sözlerinden cifir yaparak kendisini haber verdikleri anlamını çıkartır. Oysa İslam’da gelecekten haber vermek yasaktır!… Said-i Nursi bir yerde de kendisini şöyle tanıtır: “İngiltere’nin en yüksek bilim kurulu, Şeyhülislamlık’a 6 soru sorup cevabını istediği zaman; o 6 soruya 6 kelimeyle cevap veren; Yabancıların en çok önem verdikleri ve bilginlerinin en esaslı düstur saydıkları ilkelerine, gerçek ilim ve marifetle karşılık verip üstün çıkan; …. Gerek Avrupa filozoflarına, gerek ülemasına ve gerek okullarda yetişmiş olanlara meydan okuyan, kendisi hiç soru sormadan sorulan soruları eksiksiz cevaplandıran…”(Lem’alar Risalesi) İşte Said-i Nursi böyle üstün bir kişi olduğunu kendisi anlatıyor…
Ayrıca İzmir ve Erzincan Depremleri için şöyle dediğini F. Gülen kendisi naklediyor:”Ya oralarda hiç hizmet eden yoktu(dine hizmet eden) veya onlar yenik durumda idiler ki bu bela başlarına geldi.”. Yani müslümanı varsa bile azınlıktıaydı. Depremler bu yüzden olmuştu. Fethullah Gülen de bu söze dayanrak şunu ekliyor ( Prizma 2 sf 66): ” -Devlet bu belayı hazrıladı, altyapı hazır değildi, inşaat ruhsatı verilmemeliydi vs.- diyorlar. Halbuki İslam inancına göre maziye ve musibetlere kader açısından bakılır. Artık bu safhada bize Allah’a tevekkül etmek düşer. Yoksa böyle bir bakış açısı, musibeti Üstad’ın ifadesiyle ikileştirir.”
Adnan Menderes ve Said-i Nursi
“Ben kütüğü aday göstersem milletvekili seçtiririm.”, “İstersem hilafeti geri getiririm” söylemlerinde bulunan ve Anaaysayı ihal ederek diktatörlük yolunda giden Adnan Menderes Doğu’daki ve Güneydoğu’daki şeyh, ağalık oluşumu düzeltmek için Atatürk döneminde başlatılan toprak reformunu sürdürmek bir yana oranın sömürücüleri olan ağalarla ve şeyhlerle işbirliğine girmiştir. Said-i Nursi’nin de elini öpmek seviyesine kadar düşerek cemaate hoş görünmeye çalışmış ve başarılı da olmuştur. Yetiştirilmiş beyinleri ülkeye kazandırmak için Atatürk tarafından kurulmuş olan köy enstitülerini kapatan ve yerine imam hatip okuları açan, demiryollarını “komünist işi!” diye bırakan ve ulaşımda, sanayide, ticarette ülkenin geri kalmasına yol açan Adnan Menderes ülkeyi Amerikan benzinine bağımlı kılmayı tercih etmiş, ABD’nin isteği üzerine uçak fabrikasını kapatmıştır. Demiryollarına halen bir çivi bile çakılmamış olması ülkemizin Mobil, BP gibi AB güdümlü sermayenin bir nuamralı sömürgesi yapmakta, Avrupa’nın toplamında daha çok kamyona sahip olmamıza neden olmakta ve trafik kazalarını bir katliam boyutuna çevirmektedir. Bütün bunların sorumlusu halka gerçekleri anlatmak yerine cemaat bilinci aşılayıp uyutanlardır.
Nurculuk Cereyani (*)
Dinci, gelenekçi çevrenin bir temsilcisi olduğu “şakirtleri” tarafindan belirtilmiş olan Said-i Nursi (31 Mart Olaylarindan Said-i Kurdi) ye baglanan cereyan Nurculuk adini almiştir. Said-i Nursi taraftarlari, Nursi’yi “misilsiz, muellif, hakikat kahramani, Butun islam aleminin muhtac oldugu bir filozof” olarak tanimlamişlardir. Ilmi degeri bakimindan “Aristo’yu, Ibni Sina’yi, Ibnirrust’u, Farabi’yi” geride biraktigi da muritlerince iddia edilmiştir. Manevi sahada Turkiye’nin Gandisi oldugu belirtilmiştir. Eseri “Risale-i Nur” Kuran-i kerim’in yirminci asirdaki tefsiri sayilmiştir.(115) Bu hukmu, eseri hakkinda bizzat Said-i Nursi de tekrarlamiştir. Risale-i Nur’a kimsenin mani olamayacagini, onun manevi bir polis oldugunu, dunya barişini saglayacak kudretini kendisi de belirtmiştir. Bu bakimdan iktidar partisi (DP) ve eski iktidar partisi (CHP), Risale-i Nur’a minnettar olmalidir, cunku o belalari defeder. O’na hucum edilirse mutlaka bir bela ile karşilaşilir. Nitekim bir eseri ile ilgili yapilan bir arama sirasinda sifirin altinda 18 derece soguk olmuştur. (116)
Said-i Nursi’nin Kuran’i yorumlayan yazilari yaninda siyasi ve sosyal fikirlerini içerenler incelendiginde bu alandaki fikirlerinin ilmi açidan zayif olduklari gorulmektedir. Genel olarak Said-i Nursi’nin fikirleriyle dinci çevrenin savundugu fikirler arasinda birlik vardir. Said-i Nursi ve talebeleri, Cumhuriyet’in 1950 senesine kadar olan devresini mutlak bir istibdat (dikta) saymişlardir. Bu zaman içinde pek çok tekliflerinin sonuçsuz kaldigini da uzuntuyle kaydetmişlerdir. Said-i Nursi 1950 genel seçimlerinden sonra başlayan devreyi fikirleri için bir kabul ve gerçekleşme devri saymiştir. Said-i Nursi genel olarak teokratik bir devlet şeklinin taraftarligini yapmiştir. Bu fikrini El Hutbei şamiye başlikli 31 Mart olayini konu edinmiş bir risalesinde ileri surmuştur. (117) Bu suretle laiklik prensibini de tamamen reddetmiş olmaktadir. Mesela şapka giyimi ona gore islam’in geleneksel kanunlarina muhaliftir, çarşafa gelince, kadinlar için bir ” kale ve siper” anlamindadir. (118) Açik bacak ve yarim çiplak kadinlar iman ehline saldirmaktadirlar. Çiplak bacaklar, “cehennem odunlari” dir. Cehennemde yilan suretinde gorunurler. Tesetture uymayan kadinlar cehennemde azap çekeceklerdir.(119) Çok kadinla evlenmeye gelince, bir erkek birden çok nikah altina alinamayacagi gibi, başka kadinlari da nikah edebilir. (120) Kadinlarin boşanmak için mahkemeye başvurmalari “islam onuruna ve milli şerefe” yakişmamaktadir. (121) Ogretim alaninda da Said-i Nursi’nin bazi fikirleri ve teklifleri vardir. Bir anne çocugunu hafiz mektebinden alip Avrupa’ya gondermekle çocugunun ebedi hayatini tehlikeye koydugunu duşunmemektedir. (122)
Yuksek ogretim alaninda Said-i Nursi’nin dikkat çeken teklifi “doğu üniversitesinin” kuruşuşudur. Bu universite Kahire’deki“camiulezher” in kizkardeşi olacaktir. Ögretim dili bakimindan “Arap vacip, Kürt caiz, Türk lazım” (123) şark üniversitesigeleneklere dayanmalidir. “Batılılaşmaya ve medeniyete muhtacız” tezi bu universiteye uygulanamaz. (124) Istanbul Universitesinde ileride bir “Nur medresesi” açilmalidir. (125) Said-i Nursi “Başbakan ve dindar milletvekillerine” hitaben yazdigi bir mektupta laiklik prensibinin uygulanma şekli hakkindaki fikirlerini açiklamiştir. Siyaset gizli dinsizlige degil, dine alet edilmelidir. Bu goruş bizi Said-i Nursi’nin natililaşma meselesi uzerindeki duşunceleriyle karşilaştirmaktadir. Islamiyet milliyetinden faydalanacak yerde , batililaşmak dalalete, sefahate, yabanci politikaya dayali bir yaşayiş şekli sayilmiştir. Gizli munafik ve zindiklar, batililaşmak bahanesiyle, dini siyasete alet etmişlerdir. Avrupa, kulturuyle maddeten islam alemini yenmiş olabilir. Fakat dinen yenememiştir.Islam dunyasinda Avrupa kulturuyle iyileştirme (islahat) yapilamaz.(126) Avrupa medeniyeti artik “kurtlanmiş bir agaç” halindedir ve Asya medeniyetine yenilecektir. Cumhuriyet rejimini kurmak için “Avrupa’ya dilencilik etmek, islama buyuk cinayettir” Zira islam bu rejimi 13 asir once getirmiştir.(127) Nurculuk hareketi bir aksiyon cephesine de sahip olmuştur. Said-i Nursi propaganda gezilerine çikmiş, genel ortami oldukça meşgul etmiştir. Zamanin iktidari bu hareketi desteklemiştir. Said-i Nursi’nin olumunden sonra Nuculugun durakladigi ve “ittihadi muhammedi firkasi” hakkinda soyledigi gibi bir tunele girdigi soylenebilir. Bu hareketin Turk devrim prensiplerine muhalefetleri kayda deger ozelliktedir.
(*) : 1996 Tarik Z. Tunaya, Turkiye’nin siyasi Hayatinda BATILILASMA HAREKETLERI, sf 190-194 115- Risale-i Nur hakkinda Ankara Universitesinde verilen konferans (Ankara 1957)- Eşref Edip : Risale-i Nur muellifi Bediuzzaman Said-i Nursi (ıstanbul 1952- 1317) 116-Bediuzzaman Hz. Said-i Nursi nihayet konuştu. (Hur Adam No. 344- 20 şubat 1959, s 1-4) Ankara’da Nurcular hakkinda devam eden mahkeme safhalari ve Avk. Bekir Berk’in savunmasi için Bkz Hur Adam No 311 den itibaren Said-i Nursi’nin Tesettur Risalesi hakkinda uyesi bulundugumuz bilirkişi heyeti , verdigi rapor dolayisiyla dokuz imzali bir tehdit mektubu almiştir. (1952) Bu raporda da Risale-i Nur’un tedrisati sayesinde on beş haftada islah olduklari da belirtilmiştir. 117-Bu kitabin çeşitli baskilari vardir. 1953 senesinde elimize geçen bir nushasiyla , 1957′de basilan nusha arasinda yazilarin başliklari ve yazilar bakimindan farklar vardir. Bu kitabin son baskisi şu başligi taşimaktadir: Hutbe-i şamiye namindaki Arabi Risale’nin Tercumesi (Antalya-1957) 118-Bediuzzaman , Yirmidorduncu Lem’a (Hanimlar rehberi, Istanbul 1958, sf 24-27) 119-Birden ihtar edilen mesele-i muhimme (Gençlik rehberi, Istanbul 1951, sf 14-15) 120-Bediuzzaman , Yirmidorduncu Lem’a sf 24 121- Bediuzzaman : Ehli iman ahiret taifesi olan kadinlar taifesi ile bir muhaveredir . (Hanimlar rehberi, sf 5-6) 122-123 Ayni yazi 124-Bediuzzaman Said-i Nursi’nin şark universitesi açilmasina girişildigi sirada cumhurbaşkani ve başbakan’a gonderdigi dilekçeden bir parça (Hur Adam No 33- 26 Aralik1958) s 2 Ayni mektup metni için Bkz Risale-i Nur hakkinda Ankara Universitesi’nde verilen bir konferans s 75-78 125-Bediuzzaman gençlik rehberi s 77 126-Said-i Nursi’nin 1923 tarihinde Millet Meclisi’ne hitaben yazdigi bir hutbe:(Hur Adam No 320- 12 Eylul 1958, s 1) 127- Badiuzzaman: Hutbei şamiye (bkz 117)
Kaynakça; TGSG
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder